serendipity 4/4

131 16 0
                                    

"sen neredeyse reşit bir çocuk sayılırsın artık, istersen gidip onu şikayet edebilirsin."

yaralarımı temizleyip, saran hemşireye karşı gülümsedim, çok nazik olmasının yanında çok da düşünceli biriydi. belimi hafifçe kaldırarak sırt üstü dönüyorum, sıra sırtımda ve karnıma oranla en kötü yer sırtım.

"taehyung, beyaz-mavi dolaptan sargı bezi verebilir misin? jeongguk sende kafanı yana yatır, öyle acır."

taehyung dediği çocuk, takma ismi de olabilirdi sanırım, sargı bezi getirdiği zaman içten içe merak ettim, nasıl biri diye. o çok, çok yakışıklı biriydi. hemşirenin tam yanında durduğu an bana baktığını hissetmiştim, biraz utanç vericiydi bu, birinin beni böyle görmesi falan.

hemşirenin yanında, ayakta durmaktan sıkılmış olmalıydı, bir tane sandalye alarak hemşirenin tam yanına oturmuştu, ve hâlâ bana bakıyordu! biraz utanç verici bu durum, ah, ciddiden yanaklarımın kızardığını bile hissedebiliyorum!

yanaklarımın kızarmasına karşın sadece kıkırdadığını duyuyorum, artık hemşirenin sardığı yaralarımı hissetmiyordum bile, ama bir kemer izine bastırdığı pamukla beraber yüzüm kasılıyor, mikrop kaptığı için böyle acıyor olsa gerekti, ben öyle düşünüyorum hani.

taehyung, artık gerçek adı olduğuna eminim, biraz daha yaklaşarak elimi tutatak bana destek olmaya çalıştı, en azından düşüncem bu yönde.

"noona, bu çocuğa ne oldu ki?"

"aslında bu ilk kez gelişi değil, neredeyse her gün geliyor. sebebi ise babasının onu dövmesi."

nazik ve düşünceli aynı zamanda ise boş boğazın teki. nerede ne konuşacağını bilmez, her şeyi anında söyler.

"şikâyet etme hakkın var ama neden etmiyorsun?"

diyemiyorum; babamdan ve yapacaklarından korktuğum için diyemiyorum. birine, sadece bir kişiye söylemişken birisi daha öğrenmişti ve bu rahatsız hissettiriyor. ülkemizdeki adalet sistemi berbattı. şimdi gidip şikâyet etsem, sadece bir - iki saat karakolda vakit geçirir ve gerisin geri serbest kalırdı. sonra da onu şikâyet ettiğim için beni pişman ederdi. ülkemizin adaleti berbattı.

"nasılsa yakında üniversiteye gideceğim, sadece sabır etmem gerekiyor."

yüz üstü döndüğüm de boynumu biraz daha açığa çıkardım, yer yer morarıklar vardı, bu beni kaç kez boğmaya çalışıp öldürmeye yeltendiği anlardan birinin izi.

"jeongguk, boynunda olan morluklar, düşündüklerimin kanıtı değil, değil mi?"

bakışlarımı hemşireye çevirdiğim de boynuma endişe ile baktığını gördüğüm an gülümsedim.

"sen ne düşünüyorsun noona?"

"seni boğmaya çalıştığını?"

"aslında nereden aldığını bilmediğim ama her dövüşünde gözüme soktuğu 12.500 won'a aldığı kemerini boynuma dolayarak üç-dört kez öldürmeye çalıştı."

hemşirenin gözlerinde görünen duygu değişiyor, endişenin yerini sinir alıyorken telefonunu alıyor. polisi arayacağını anladığım gibi yalvarıyorum, benim iyiliğim için değil, kesinlikle değil.

"noona, yapma lütfen, arama kimseyi."

yerimden doğrulacağım an varlığını unuttuğum taehyung bana engel oluyor, elini çıplak göğsümün üzerine koyarak beni geriye yatırıyor, kollarını iki yanıma koyarak engel olmaya çalışıyor.

"bırak lütfen, noona ciddiden bir daha beni döverse polise giderim ama arama lütfen."

telefonunu kapatıyor, yanıma gelerek saçlarımdan seviyor beni, sonra aralanan dudaklarından: "söz mü?" cümlesi çıkarken kafamı hızlıca olumlu anlamda sallıyorum.

"söz."

-

"küçüktüm,

yaşımın getirdiği saflığımla kendimi her seferinde babama sevdirmeye çalışırdım. onun için karşı komşumuzun kendi bahçesine diktiği çiçekleri gizlice koparır, bir demet yaparak ona verirdim ve karşılığında ufak bir teşekkür ya da saçlarımı sevmesini isterdim. ama aldığım karşılık hayallerimde olduğu gibi değildi, ona çiçek getirdiğim için beni döverdi.

beni küçüklüğümün en değerli anlarında dâhi döverdi, hayatım sürekli dayaklarla geçerdi, çiçeklerini kopardığım yaşlı teyze olmasaydı belki de çocukluğuma ait hiç güzel bir anım olmazdı.

büyüyorum ve bana yapılan her şeyin farkına varıyorum, ben her zaman kaybedeceğim, özellikle en büyük galibim, karşımda hayat varsa, her zaman kaybedecektim."

-

revirdeyim, hâlâ daha.

hemşirenin polisi ya da birini aramaya çalışması sonucu vazgeçirmiştim, ancak bu sefer babamın getireceği dayaklardan korkmaktan ziyade, ben şikâyet edecektim onu.

bir sözüm var, hem de en içten bir şekilde verdiğim sözüm, ben jeon jeongguk verdiğim sözlere ve ettiğim yeminlere asla hakaret veya uymamazlık yapamazdım. inandığım inançlara aykırıydı.

yanımda hemşirenin güvendiği öğrenci olan taehyung oturuyor, kendisi başarıları ve insanlara sonuna kadar hissettirdiği güveniyle okul başkanı. hemşire gitmeden önce uzun bir süre dinlenmem gerektiğini yoksa aksi takdirde yaralarım kapanmayacağını söylemişti, inat edeceğimin ve kalkacağımın bilincinde, taehyung'u da bunun için tembihlemişti.

yaralarımı sarmak için bir nedene, birine ihtiyacım yokken, neden yaralarımı sarayım ki? nasıl olsa yine eklenmeyecek miydi? hiçbir şekilde gerekmiyor. ilgilenmiyorum, nasıl olsa tıpkı diğer yaralar gibi geçer. taehyung sırtı tutulduğu için sağ ve sola doğru esnerken açılan okul gömleğinden sırtı gözüküyor, bu ne de çok hoş bir görüntü ama. saniyelerin kum gibi aktığı an, ben sıkılıyorum ve yerimden kalkacağım an taehyung bana engel oluyor.

"kalkamazsın, dinlenmelisin."

bu da böyle başladı.

vedalar can yakar ;; taeggukWhere stories live. Discover now