1

31 5 2
                                    

  Annemin, "Senden nefret ediyorum." diye bağırmasıyla uyandım. Dün gece fena sarhoş olmuştum ve bir anne-baba trajedisi çekecek durumda değildim. Umursamadan gözlerimi tekrar kapatıp babamın sinir krizi geçirişini dinledim. Bu seslere küçüklüğümden beri alışıktım. Şimdi şikayet etmemin bir anlamı yoktu.

  Ilık bir duş alıp, siktiğimin okul gününe hazırlandım. Kahvaltı yapmadan evden çıktım. Ben asla kahvaltı yapmazdım. Hatta ben genelde yemek yemezdim.

  Uykulu bir şekilde sallana sallana okulun kapısından girdim. Bugün ne Kaan'ın "Dün gece neredeydin?" triplerine, ne Ateş'in saçma aşk acısı muhabbetlerine, ne Kerem'in abartılı davranışlarına ne de Eda'yla uğraşmaya katlanacak halim yoktu. Ben de kolay gelen şeyi yaptım. Kulaklıklarımı taktım. Okula 1 saat geç kalmıştım ve umrumda değildi. Bu okul benimdi. İstediğim her şey benimdi, tek şey dışında. Bu, gerçek bir anne-babaya sahip olamayışımın karşılığıydı. İstediğim tek şeyin olmayışının acısını, çevremdeki herkesten çıkarıyordum. Tek ihtiyacım olan şey anne şefkati ve babamın saçlarımı okşayarak beni uyutmasıydı. Ne yazık ki onlar kendilerinden başka hiçbir şeyi görmüyorlardı. Beni sevmiyorlardı. Hiç dikkat çekmek için intihar falan etmedim ama intihar etmeye ramak kaldığım zamanlar oldu. Ama ben böyleydim, hassas olan yanlarını hiç kimseye göstermeyen o güçlü kız. Popüler kız. Kendinden başka kimseye değer vermeyen kız. Kötü kız.

  Sınıfın kapısını çalmadan içeriye daldım ve hiçbir şey demeden yerime geçtim. Pencere kenarı, en arka sıra benim yerimdi ve hobi olarak bulunduğum yerleri hep pencere kenarından seçerdim çünkü birinci dereceden astımım vardı. Ama bu umrumda olmayan şeyler listesinin en başındaydı. Ve gerçek şu ki, umrunda olmayan şeyler listesinde her şey olan birinin bile umursadığı bazı şeyler vardı. Sadece umrumda olan şeyleri insanlara yansıtmazdım. Bu benim için en kolay yöntemdi. Ve ben her zaman kolay olanı seçerdim.

  Defterime bir şeyler karalamaya başladığımda cep telefonumdan şarkıyı değiştirmek için sağıma döndüm ve orta sıra en arkada beni dikkatle süzen çocuk ilgimi çekti. Takılı kaldığım ilk şey su yeşili gözleri oldu. Alıcı gözüyle bakarsak eh işte, yakışıklıydı. Ben baktıkça o da bakmaya devam etti ve bu komik bir hal aldı. Kafamı "ne var?" dercesine salladım. Şey birazcık da pis bakış atmış olabilirim. Tebessüm etti ve önüne döndü. Ben de resmimi çizmeye devam ettim. Öğretmenler artık benim yaptıklarımı umursamıyorlardı çünkü bu güzel ve yaramaz kızla baş edemeyeceklerini sonunda anladılar. Zamanında iki kez okuldan atılmıştım ve çok sevgili ailem istediğim her şeyi yapabilmem için bu okulu bana verdi. Burası da sıkmaya başlamıştı. Farklı şeyler istiyordum.

  Tenefüs zili çaldığında herkes sınıftan çıkmıştı, bense resim çizmeye devam ettim. Bir Melis klasiği olarak başladığım işi yarıda bırakmazdım. Ve bizim şu psikopat derecede yeşil gözleri olan yeni çocuk mal mal başımda dikilmeye başladı. Kafamı çevirmeden "Ne var?" dedim. "Seni izliyorum." dedi. "Onu ben de farkettim zaten, sadede gel." dedim. "Sadece çizimine bakmak istemiştim." dedi. Kafamı çevirdim ve yine gözlerinde takılı kaldım. Dağınık, dalgalı saçları vardı. Kumraldı ve beyaz tenliydi. Hafif sakalları çıkmıştı ve dudakları feci derecede kalındı. Zenci dudağı gibi işte. Boyu 1.90 rahat vardı. Ona bu kadar aşağıdan bakmak hoşuma gitmemişti. "Bir şey söylemeyecek misin?" dediğinde irkildim. "Defolup gitmen gerektiğini ve birkaç kişiye kim olduğumu sorarsan senin için daha iyi olacağını söyleyecektim." dedim. "Vaay, sen kendinden başkalarını düşünür müydün?" dedi. Ayağa kalktım. Onunla konuşurken başımı kaldırmak zorundaydım çünkü yaklaşık olarak benim kafam onun göğüs hizasına denk geliyordu. "Genellikle hayır." dedim. "İnsanlara neden kendilerini pislikmiş gibi hissettiriyorsun?" dedi. "Çünkü pislikler de ondan." dedim. Gözlerimin içine uzun bi süre baktı ve "Asıl pislik olan sensin." dedi. Kafamı çevirdim. "Ya bi defol git şurdan" dedim ve göğsünden tutup ittim. Anlaşılan kasları vardı. Hızlıca sınıftan çıktım. Sonra da gün boyu  bizimkilerle falan takıldım.

  Eve geldiğimde Bukre babamın iş dolayısıyla küçük bir seyahate çıktığını, annemin de bugün teyzemlerde kalacağını, merak etmemem gerektiğini söyledi. "Merak edeceğim son şey bu olur." dedim ters bir şekilde. "Yemek yer misiniz Melis Hanım?" dedi. "Hayır. Sadece odama kahve ve sigara getir." diyip odama çıktım. Yaklaşık bir paket sigara ve kahvemle "Gece Nöbeti" isimli kitabımı bitirmeye ramak kalmışken telefonum titredi. Whatsapp'tan tanımadığım bir numara fotoğraf atmıştı. Fotoğrafı inceledim. Bu, bugün okulda portresini çizdiğim kızın resminin tamamlanmış haliydi. Resmi atan numaranın fotoğrafına baktım. Bu, Poyraz'dı. Ve resimde şey, biraz yakışıklı çıkmıştı. Dişlek bir şekilde gülümsüyordu ve çok sempatikti. İstemsizce ben de sırıttım. Sonra yazdım.

  "Numaramı nerden buldun?"

  "Sadece birkaç kişiye kim olduğunu sordum."

Benimle kafa bulmaya çalışıyordu ve Melis'i kızdıracak şeyler listesinin başında birinin onunla kafa bulmaya çalışması vardı. Kimse benimle kafa bulamazdı. Mesajına cevap vermemeye karar verdim ve telefonu kenara atıp uyumaya çalıştım. Tam uyumama ramak kalmışken bir mesaj daha geldi.

  "İstediğim her şeyi bulabilirim, unutma.Sen de kim olduğumu araştırırsan senin için daha iyi olucaktır. Hani sadece seni düşündüğümden. Ben bencil bir insan değilim, biliyorsun."

  Ve bir mesaj daha.

  "Ha bu arada, sana somurtmak hiç yakışmıyor Melis."

 Merabaa. Bu benim ilk hikayem. Yazmak konusunda acemi olduğumun farkındayım ama bazı insanların rahatlama araçlarının başında yazmak gelir. Amacım burada popüler olmak falan değil, yani şu sağ taraftaki sayının benim için pek bir değeri yok. Rakamların çok önemli olduğunu söyler bir yazar. Ben rakamlara inanmıyorum. Ben hissedilenlere inanıyorum. Hayallere inanıyorum. Bu hikayemde de hayallerimdeki kurguları yazıya dökücem. Basit insanların hayatından bile öğrenilebilecek çok şey olduğunu anlatıcam. Mükemmel insan yoktur derler. Doğru mudur? Bence doğrudur. Ama insanların kusurlarının bile mükemmelleştirileceğine inanıyorum. Ben birçok şeye inanıyorum sevgili okurlar. Baya inançlı bir insanım. En çok da kendime inanıyorum. Attığım her adımda kendimden başka hiç kimseyi umursamadım. Hiç kimsenin hakkımda ne düşündüğü ya da ne hissettiği açıkçası sikimde değildi. Hayallerimi gerçekleştirme yolunda hayatın gerçeklerini de beraberimde sürüklüyorum. Benim için gerçeklerin bir değeri var. Ama asla şu gerçeğe inanmadım: ''Hiçbir zaman mutlu olamayacagım.'' Biz mutluluğu hakeden insanlarız. Şu dünyadaki en kötü insan bile mutluluğu hakeder. Her insan gerçekleştiremez, orası ayrı. Mutsuzluğunuzda başkalarını aramayın. Anneniz babanız, arkadaşlarınız, sevgiliniz, hiçbiri sizin mutsuzluğunuzdan sorumlu değil. Verdiğiniz her kararın sorumlusu sizsiniz. Bardağın dolu tarafı muhabbeti falan işte. Bazı insanlar polyannacılık oynadığımı söylüyorlar. Hayır, öyle değil. Ben gerçeklerin getirdiği mutluluktan yanayım. Çektiğimiz acılar olmasaydı, mutluluğumuzun değerini bilmezdik. Ben acılardan bile keyif alan bir insanım. Ben her şeyi yaşamaktan keyif alıyorum. Eğer dünyaya gelmişssek her şeyi ama her şeyi yaşamaya hakkımız var. Bu yüzden attığınız adımlarda asla korkmayın. Her şeyi yaşayın. İnsanların, ''keşke olmasaydı'' dediği her şey gün gellir ''iyiki''lere dönüşür. Ama ''keşke olsaydı'' dedikleri şeyler hep pişmanlık olarak kalır. Asıl pişmanlık budur. Bağırarak şarkı söyleyin. Sevin. Gülümseyin. Sizi tanımama gerek yok. Hepinize insan olduğunuz için teker teker değer veriyorum. Multimedia'da Poyraz'ın Melis'e attığı fotoğraf var. Teşekkürler.

İkonaWhere stories live. Discover now