Komedi

5 0 0
                                    

Sıralanmış 4 kocaman pencereden giren güneş ışığının, duvarların mavisine karıştığı diş muayene odasında, alırken çok hoşlandığı ancak şimdi pek haz etmediği doktor masasında oturmuş, bilgisayarına bakıyordu. Derin derin iç çekti. Kafası karma karışıktı. Birileri kalbini mengeneyle sıkıştırıyor gibiydi.

" Ben bu işlerin içinden nasıl çıkarım?" diye mırıldandı kendi kendine. Yapılacak öyle çok iş vardı ki. Hastalar bir yandan, kliniğin eksikleri bir yandan, resmi evraklar bir yandan, hobileri, ailesi bir yandan. Zaman yetmiyordu. Bedenini alabildiğine yoruyor, gücünü son raddesine kadar harcıyor, uykusundan çalıyordu. O uysal, sevimli, sevildiği ilgilenildiği zaman mırıl mırıl eden adam gitmiş, kendisine yapılan en ufak yanlışta bağırıp çağıran, karşısındakinin duygularını hiçe sayan biri gelmişti.

Bilgisayarından kafasını kaldırdı, hemen sağ yanında duran diplomalar ve sertifikalarla dolu duvara göz attı. Bir de bunlar vardı işte. Meslekte iyi olmak, iyi kalmak için katılınması gereken seminer ve kongreler oluyordu. Yararlı olduğunu düşündüklerine katılmayı seviyordu. Özellikle de yurt dışında olanlara. Böylelikle hem başka bir ülke görmüş, hem de eğitim almış oluyordu. Ancak gene zaman sorunu ön plana çıkıyordu işte. Sadece 2 günlük bir seminere katılmak demek, hali hazırda sıkışık olan randevularını , en az 15 günlük bir süreç için pazar yerine döndürüyordu.

O böyle düşüncelere dalmışken, sekreteri geldi odaya. Kadını görür görmez irkildi. Hastasının geldiğini haber verdi göz kenarları vaktinden önce kırışmış, sarı saçlı, düzgün fizikli kadın. "Tamam" dedi " Al içeri". Hasta içeri geldi ve gün içinde defalarca yaptığı şey gerçekleşmeye başladı. Hal hatır sorma, koltuğa uzanma, tedavi, uğurlama. Hastasını gönderdikten sonra, masasının üzerinde duran, soğuduğu için rengi iyice kaçmış olan çayından büyük bir yudum aldı. Alışmıştı çayını, kahvesini soğuk içmeye. Öbür türlüsü nasip olmuyordu ki. İyice acılaşmış olan çay, damarlarında gezinirken, odasından çıktı. Mutfağa doğru giderken, bekleme salonundaki kalabalığın uğultusu çarptı kulaklarına. Damarlarında gezen çayın acılığı, kabalığın uğultusuyla birleşince sendeledi. Duvara tutundu, iki adım attı ama olmadı. Gene sendeledi ve yürümekten vazgeçti. Sekreter yeni hastasının geldiğini söylemek için muayene odasına doğru ilerlerken, koridorda duvara dayanmış doktoru gördü. Boncuk boncuk terler birikmişti alnında, şakaklarında.

"Engin bey, iyi misiniz?"

"İyiyim" demek isterdi ama ağzından tek kelime çıkmadı, çıkamadı.

"Engin bey, gelin oturun şöyle"

Koluna giren kadının tüm çabasına rağmen, koltuğa oturmayı beceremedi. Zar zor iki adım daha attı, gözleri karardı ve yere yığıldı.

"Engin bey!"

"Engin bey, uyanın!"

"Doktor mu çağırsak?"

cümleleri duyuluyordu her yandan. Tüm ekip ve hastalar başına toplanmıştı. Neden sonra biri;

"Bayıldı herhalde, çevresini boşaltmak lazım, hava alsın, ayaklarını da yükseltelim"

dedi de yararlı bir şey yapılmış oldu.

Aradan 10 dakika geçmişti. Doktor yavaş yavaş açtı gözlerini. Çevresindekilerin yardımıyla kalktı yerinden, üstünü başını şöyle bir silkeledi. Yavaş ve dikkatli adımlarla odasına gidip koltuğuna oturdu. Kan şekerinin düştüğüne kanaat getirdi, nicedir yemek yememişti çünkü. Ancak buna da hızlı bir çözüm bulmalıydı zira bayıldığı için toplamda kaybettiği yaklaşık yarım saat, bugün onu ne kadar zarara sokacak, eve gidiş saatinden kim bilir ne kadar çalacaktı?

Çekmecesinden bir elma çıkardı. Isırdığında damağına yayılan tatlı lezzete hayran kaldı. Şekerli, sert, çıtır çıtır bir elma, onu resmen hayata döndürmüştü. Yedikçe gözü açıldı, gönlü ferahladı. Elması bitince ayağa kalktı, aynada saçlarını düzeltti, düzelen psikolojisiyle "yapabilirim, bu hayattaysam elimden gelenin en iyisini yapabilirim, elimde olmayan şeyler için de üzülmemeliyim" dedi kendine ve odasından çıkıp sekreterine seslendi

" Ayşe hanım, sıradaki hastayı alıver içeri"

Komedi dünyası Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin