Arslan

347 36 6
                                    

Bunu bir geçiş bölümü olarak yazmak istedim. Umarım beğenirsiniz

“Kusura bakma ama ben bugün biraz hastayım, okula gelemeyeceğim.” dedi hastalığını doğrular nitelikte ahizeden bir öksürük duyulurken.

"Yanına geleyim mi Umut, sesin hiç iyi gelmiyor" dedim. Sesimde gizleyemediğim endişe dolanıyordu.

“Hayır problem değil. Ben hallederim.” sesi bir anda iyileşmiş gibiydi. Beni iyi olduğuna ikna etmeye çalışıyordu herhalde...

"Emin misin, senin için ilaç falan alabilirim?"

“Gerek yok dedim Arslan, ben hallederim. Hadi sana iyi dersler.” dedi ve benden cevap gelmesini beklemeden telefonu kapattı.

Uzun bir süre telefon ekranına öylece baktım. Yanlış bir şey mi yapmıştım? Yine neden terslemişti ki? Bana, sevgilisine karşı nasıl bu kadar katı olabiliyordu? Ben onu incitecek bütün kötü kelimelerden kaçınırken o sanki dünya üzerinde beni kırabilecek bütün kelimeleri özenle seçip bir cümle haline getiriyordu. Bunu yaparken sesindeki tını bana değersiz olduğumu hep hatırlatıyordu; onun hayatındaki herhangi biriydim sadece...

Annemin sesiyle kendime geldim "Arslan?" diye içeriden sesini duyurmaya çalışıyordu.  "Baban gitti oğlum. Hadi sen de çık artık."

Son cümleye başlamadan hemen önce ben kapıyı açıp mutfağa doğru yol almıştım bile.

Annem mutfak masasındaki kullanılmış tabakaları topluyordu, kardeşim Bilge de ona yardım ediyordu.  "Günaydın valide sultan." dedim. Yanağına bir öpücük kondurdum, Bilge'den de makas aldım.  "Bu ne telaş, peder geri döner diye mi korkuyorsun yoksa? Aa bak bakayım, yoksa sen de onun gibi" '-Babamı taklit ederken duruşumu dikleştirip sağ elimin işaret parmağını ona doğru doğrulttum-" 'Bir türlü adam olmuyorsun, kız peşinde, araba peşinde harcadın bu yılını.. Sanki benim son senem... Adamdaki lükse bak' mı demek istiyorsun bana?" Tabiki gülmemek için direnen bal rengi gözlere alayla bakıyordum. Sonunda dayanamadı ve güldü. Annemi bana benzetirlerdi; gülüşüyle, gözleriyle,  ten rengiyle... Bir tek saçlarımın rengini ve omuz yapımı babamdan almıştım.

"Şaşkın" dedi. Gülmemek için direniyordu ama yine başaramıyordu.

"Anne şuna çanak tutma ya..." dedi Bilge eliyle beni gösterirken.  Çatık kaşlarıyla bana bakıyordu. "Babamı üzüyor üzüyor sonra da dalga geçiyor,  terbiyesiz."

"Terbiyesiz diyene bak sen." her zamanki alaycı tavrımı takınmıştım. "Aynı aileden terbiye alıyoruz biliyorsun değil mi bayan çatık kaş?" dedim kaşlarının ortasındaki gamzeyi baş parmağım ve işaret parmağımın arasına sıkıştırırken.

"Ya abi bir git ya..." diye geri çekildi ErdalDemirspor taraftarı. Babasının kızından ne beklersin işte.  Görünüşü bile Erdal'ın ,yani babamın, bir kopyasıydı. Saçları benimle aynı renkti, simsiyah iri gözleri ve koyu kumral bir teni vardı. Kirpiklerini annemden almış olmalı ki kaşlarına değmesine az kalmıştı.

"Huysuz ya şuna bak." dedim ve ortada duran bir zeytini ağzıma atıp çekirdeğini bulaşık bir tabağın içine koydum "Haydi ben gider, size kolay gelsin."

Okul Umut'suz ne kadar sıkıcı oluyormuş onu bugün anladım. Anlatmaya değmeyecek kadar sıkıcı bir gündü. Öğle arası bizimkilere aç olmadığımı söyleyip yemeğe inmedim ve sınıfta bir tek ben kaldığımda kafamı sıraya yasladım.

Umut ne yapıyordu acaba? Biraz iyileşmiş miydi? Çıkışta yanına uğrasam ne derdi ki? Of!

Ben, beynimde dolanan cevapsız sorularla cebelleşmeyi bir kenara bırakıp Taha'nın bana geçen gün verdiği Özdemir Asaf'ın şiir kitabını kurcalamaya başlamıştım ki içinden bir küçük not kağıdı süzülerek kucağıma sonra yere düştü. Yerden kağıdı aldım ve üzerindeki tanıdık el yazısına baktım.

"Cuma günü bana sözün var unutma."

Gözlerimi kapattım ve içimden Hayır dedim  Hayır, o olmasın lütfen. Gözlerimi açtım ve tekrar kağıdı inceledim. Onun yazısı,  bu yazıyı Umut yazmıştı. Taha'ya bunu neden yazmıştı ki? Ya da Taha'ya mı yazmıştı gerçekten. Yoksa... Yutkundum ve elimdeki kağıdı yavaşça sıraya bıraktım. Beynime yeni misafir olmuş düşüncelerle içten içe biterken sınıfın kapısının açılması bütün düşüncelerden sıyrılmama neden oldu. Gelenin kim olduğuna bakmak için kafamı gömdüğüm nottan kaldırdım.

Tuğçe. Asla amacına ulaşamayacağını bile bile, Umut'un yanımda olmadığı zamanları fırsat bilerek her seferinde 'belki bir şeyleri değiştirebilirim' ümidiyle bana karşı son kartlarını oynamaya çalışan kız.

Onun bana karşı yapmaya çalıştığı karşılıksız kur ancak böyle ihtimallerde boğulan bir cümleyle açıklanabilirdi sanırım. Şimdi kalçasının hemen altında kalan, gömleği biraz daha uzun olsa görünmeyecek olan kısacık eteğiyle ortaya serdiği uzun esmer bacakları ve yavaşça yanıma doğru süzülürken bir sağa bir sola oynayan kalçasıyla gayet itici görünüyordu gözüme.

"Ne işin var burada?" dedim gayet sert bir sesle. "Yemekhaneye insene sen."

"Ben de seni seviyorum Arslan ama şimdi bunu konuşmaya gelmedim." dedi. Sesi kendisine ne kadar güzel geliyordu bilmiyorum ama ben, benim hakkımda kurduğu fantazileri tonundan bile algılayabiliyorken sesinin güzelliğini hissetmem pek mümkün olmuyordu. 

"Senin saçmalıklarını dinlemek istemiyorum diye sıradan kalktığım sırada yüzümü yüzüme yaklaştırıp bir eliyle göğsümden beni yavas bir hareketle iterek kalktığım yere tekrar oturttu.

Yüzü hala yüzüme yakınken "Ne bu agresiflik böyle tatlım?" dedi ve kulağıma eğildi "Yoksa küçük masum öpücüğümüzü sevgiline söylerim diye mi korkuyorsun?"

Cümlesini bitirir bitirmez tekrar kalkmaya yeltendim ancak bu sefer daha sert bir şekilde beni ve resmen sıraya yapıştım. "Korkma benden sır çıkmaz." deyip yüzü hala yakınımdayken göz kırptı.

Bu kız 18 yaşında değil miydi? Neden 30 yaşındaymış gibi davranıyordu ki? Ağzından çıkacak diğer sözcükleri umursamadan kalkıp gitmek istiyordum. Ama sözlerinin doğruluğu beni bundan men ediyordu.

Evet, korkuyordum. Umut'la ayrılma safhasına geldiğimiz sırada, boşluk anımda Tuğçe gibi salak bir kızın eline koz vermiştim. Umut'u kaybetmekten korkuyordum.

Önümdeki sıraya oturdu ve konuşmaya devam etti. "Bir şey duydum da." Sesindeki imayı sezebiliyordum. "Seninki... Umut..."

Sıradan hışımla kalkıp ellerimi sıraya sertçe vururken "Onun adını ağzına alma!" dedim sinirlerime hakim olamayarak. Hızla kapıya doğru yol alıyordum ki sözcükler ağzından hızlıca dökülürken yavaşladım.

"Taha ile Umut bugün birlikte takılıyorlarmış" dedi ve ben yürümeyi kesince devam etti "Umut ile Taha... Mmm" o gıcık ses tonunu tekrar duymak sinirlerimi birden bine çıkardı.  "İkisi de bugün okulda yok. Neden acaba?"

Arkamı dönemden konuşmaya devam ettim. "Umut hasta tamam mı!" bağırıyordum. Arkamı dönüp tam konuşacağım sırada demin benim elimde olan küçük not kağıdını onun, yukarıya kaldırdığı elinin baş parmağı ile işaret parmağının arasında sallanırken gördüm.

Boştaki elini ağzına götürerek yüzüne yapmacık bir endişe yapıştırıdı. "Ay canım, yazık. Şimdi iyi mi?" sesindeki alay paramparça olan beynimi daha da yıkıyordu. Bana doğru yürüdü yanımdan geçerken iki parmağının arasında duran kağıdı bana uzattı ve kulağıma eğilip "Geçmiş olsun dediğimi söylersin." dedi. Benim kağıdı almamla geldiği gibi sınıfı terk etti.

Kağıtdaki yazıya tekrar tekrar inanmayarak bakarken ağzımdan yavaşça dökülen kelimelere engel olamadım. "Geçmiş olsun bize."

Tenné MagentaWhere stories live. Discover now