Utancın Külleri

En başından başla
                                    

Peş peşe gelen darbeler yüzünden alaşağı olmuş, sersemlemiştim.

"Nasıl yani?"

"Ne ara ayarladı inan bilmiyorum. Çünkü hafta başında sponsor firmayla çekimlerim var diyordu. Rusya ekspedisyonlarında tanıştığı Norveçli bir arkadaşının daveti üzerine Norveç'e tırmanışa gitmiş. Yılbaşından sonrayı bulur dönmesi. Tunç'tan öğrendim ben de. Kulüpteki ve şirketteki işlerini Tunç'a paslamış hep. Başka kimseye haber vermemiş giderken."

Norveç, diye geçirdim içimden, ne güzeldir şimdi. Muhteşem doğasına ve büyülü kuzey ışıklarına internet kaynaklarından bakmaya doyamadığımız bir periler ülkesi. Bense bembeyaz duvara inen bir balyoz darbesi. Atlas'ın yıkılmaz görünümünde bir çatlak açmıştım belki. Onarabilmek için uzaklaşmayı seçmişti. Ne kadar tanıdık geldi bu hareketi. Varlığı kadar yokluğunda bile öğrenilecek şeyler olduğunu öğretti bana. Birbirimize sandığından çok benziyoruz deyişini düşündüm. Benziyorduk. Ben de yaralandıkça uzaklaşmayı seçenlerdendim. Herkesin kendince bir yolu vardı uzaklaşmak için. Kimi yürüyüşe çıkardı bir süreliğine. İyi gelirdi. Kimi insanlar evden uzaklaşır giderdi. Kimileri şehri terkederdi. Kimileri hayatı.

Ben babamın ölümünden sonra acı veren o evde olmak yerine doğada olmayı, doğa sporlarıyla uğraşmayı seçmiştim. Babamın kızı olmayı, derdimi dağa, taşa, ağaçlara, kuşlara anlatmayı, özgür olmayı seçmiştim. Kalbimi kazanan adamın da tıpkı böyle biri olması tesadüf müydü yoksa son derece normal miydi? Bilemiyordum.

Tek isteğim, kendisini bir an önce onarabilmesi ve sevdiklerinin arasına dönmesiydi. Ben sadece bir buçuk aydır tanıdığı biriydim. Kalıcı etkiler bırakmış sayılmazdım. Kendi düşüncem kendi yüreğimi ezdi. Çünkü isterdim. Başka bir umut olsa onunla kalmak, Atlas'ın hayatında kalıcı olmak isterdim. Kuzey ışıklarını, Norveç fiyortlarını, buz tutmuş şelaleleri, karlı tepeleri onunla birlikte görmek isterdim. Ama yoktu. Umarım bensiz çok daha mutlu olurdu.


Devam eden günler, bilinmezliğe yük taşıyan bir trenin birbirine bağlı lokomotifleri gibi peş peşe geçti. Kış şiddetini arttırdı. Yağmurlar kara dönüştü. Karlar buza. Şehir bir kez daha beyaz örtüye bürünerek içinde yaşayanlarına sunduğu bütün kötülüklerden affını diledi. Binbir derdi vardı büyük şehirlinin. Kiminin tuzu kuruydu, kimininki yaştı. Her kötülükte bir iyilik bulan romantikler, binlerce kar fotoğrafı çekip mutlu oldular. Bir yanda villasının ısıtma masrafı çok geldi diye morali bozulanlar vardı, bir yanda ayakkabısı su alan çocuklar. Bir yanda elinde kahvesiyle manzarayı uzaktan izleyenler vardı, bir yanda manzaranın içine dahil olanlar. Sıcacık evine mahkum diye üzülenler vardı ve sabahın köründe işine, okuluna gitmek zorunda olanlar... Kimimiz düştük, kimimiz kalktık.

Kasım geçti. Aralık geçti. Doğum günü geldi geçti. Atlas geri dönmedi.

Etrafımdaki herkes yılbaşı gecesi için plan yapıyordu. Ben de sınıf arkadaşlarımdan, Buket'ten ve Sedef'ten davetler almıştım. Sedef, son zamanlarda karda bir görünüp bir kaybolan köstebek misaliydi. Fazla görüşemesek de Tunç'la doludizgin gittikleri haberlerini alıyordum. Onun adına mutluydum, konuya ilgim de bununla sınırlıydı. Yılbaşı gecesi için benim planım, sayılı gün kalan finallerim için ders çalışmaktı. Sırf bu yüzden annemin yanına bile gitmemiştim. Sorumluluklarım ağır basıyordu. Annem anlıyordu. Nasılsa yarı yıl tatilinde görüşecektik.

Böylece insanların günler hatta haftalar öncesinde rezervasyon yaptırdıkları malum gece geldiğinde kendi adıma hazırlık için pijamalarımı giydim. Ders notlarımı düzenledim. Silgi tozlarıyla pislenmiş masanın başına oturdum. Yarım saat geçti geçmedi telefonum yana yakıla çalmaya başladı. Sedef'in aradığını görüp bıkkınlıkla görmezlikten geldim. Pes etmiyordu. Üçüncü aramasını meşgule attığımda nihayet anlaması gerektirdi.

POBEDAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin