''Ama ben cevapladım, hayır.'' dedim. ''Ve, sakın bana bir daha sarışın diye seslenme.''

Ellerini kendini savunmak istercesine kaldırdı ve dudakları şeklini aldı. ''Sakin ol, sarışın.''

Eğlenen muzip ifadesi yüzünü ele geçirirken bu ifadeye bakakaldım. Sinirlendiğini görebiliyordum ama muzip ifadesi bunu gizliyordu. Ona karşı çıkıp onu terslemem hoşuna gidiyordu. 

Kahkahası eşliğinde bardağı yerine bıraktı ve odadan çıktı. Arkasından tekrar bakakalırken yastığı alıp duvara fırlattım. Yastık yere yumuşak bir iniş yaparken daha sert birşeyler aradım ama komidini fırlatamayacağım açıktı.

Arkama yaslanıp derin bir nefes aldım. Beynim bir jöle kıvamındaydı ve kesinlikle düşünmek namına bir girişimde bulunmuyordu.

Gözlerim masanın üzerinde duran sandviçe takılınca ne kadar aç olduğumu farketsemde inatçılığım kendini göstermişti bile. Ölsemde onun verdiği birşeyi mideme göndermezdim. 

İstemsizce ayağa kalktım ve masanın önünde durdum. Sandviçe düşünceli gözlerle bakarken ellerim saldırıp onu kapmak istesede ellerimi yumruk yaptım. Sandviçi seri hareketlerle alıp demirlikleri olan pencereye yaklaştım. Peçetesiyle beraber iyice sardım ve saksının arkasına sakladım. 

Eğer canı oynamak istiyorsa, bende oyuna dahil olmalıydım.

Portakal suyuna uzanarak Rüzgar'ın dudaklarının değdiği yere aldırmadım. Ters çevirip diğer tarafından içtim. Hepsi bittiğinde aklım hala sandviçte olmasına rağmen irademe sahip çıkıp derin nefesler aldım. Onun verdiği hiç birşeyi yemeyecektim.

Kim bilir, belki yemek yemediğim için bayılabilirdim. Hastaneye gitmek zorunda kalabilirdik. Ayak üstü oluşmuş saçma planıma göz devirdim. Önemli olan ona muhtaç olmamamdı, onun vereceği hiç birşeyi istemiyordum. Ondan gelen küçücük bir iyiliği bile istemiyordum.

Kapı kırılırcasına açılınca olduğum yerde sıçradım. Normal davranmaya çalışırken herşeyi batırmamayı diledim.

''Ne yapıyorsun öyle ayakta?'' sesi ilgisizliğin ötesindeydi. Duştan çıkmış gibi gözüküyordu. Saçları hala ıslaktı ve koyu renk tişortune damlıyordu. Gözlerim damlalara takılırken onu duymamazlıktan geldim. Gözlerimi ondan olduğunca uzak bir yere bakmaları için programladım. Hala üstümü değiştirmediğimden siyah elbisenin derime yapıştığını hissedebiliyordum.

''Duş alacağım. Çıkar mısın?'' ses tonumu oldukça sakin tutmaya çabalarken surat ifadem tam tersini söylüyor olmalıydı. 

''Burası benim odam.'' dedi boş bir sesle. ''Çıkması gereken sensin.''

İfadesiz bir yüzle ona baktım ve tek kelime etmeden odadan çıktım. Tüm odaları dolaşarak kendime uygun bir oda bulmaya çalıştım ama maalesef ki evde ki tek yatak odası orasıydı. 

Bir insanın bu kadar acımasız olmasının tek bir nedeni olabilirdi. Ailesi de mi bu kadar acımasızdı? Kurtlar mı büyütmüştü bunu?

Salona giderek uzun deri koltuğu inceledim. Bu sıcak havada derimi yakacağı kesindi ama şuan en iyi seçeneğim buydu. Küvette uyumak istiyorsam başkaydı tabii ki.

Küçük yastıkları köşeye sıkıştırarak kendime büyük bir yastık yapmak için uğraşırken parkede çıkan ayak seslerini işittim. Bir an tüm vücudum gerilse de onu umursamamak gibi bir karar aldığımı kendime hatırlattım.

SAHİPWhere stories live. Discover now