Tek bulduğum, esneme özelliğini neredeyse yitiren lastik bir toka oldu. Saçımı özensizce toplayarak tokayı birkaç kez birbirine girmiş saç tutamının etrafına sardım. Ardından, bej rengi koltuğun üzerinde duran siyah telefonu kaptım.

Alex'in telefonunu.

Her zaman ezberimde olan numarayı tuşlarken parmaklarım titriyordu. Nihayet aramayı başarıp telefonun açılmasını beklemeye başladım. Bu sırada Alex bana tuhaf bir bakış attı ve bardağındaki viskiyi bir dikişte bitirdi.

Birkaç çalıştan sonra telefon açıldı ve Percy'nin yarı öfkeli sesi kulaklarıma ulaştı. "Ne istiyorsun, Alex?" Hafifçe boğazımı temizledim. "Percy, benim."

"Alexandra?" Şimdi sesi, şaşkınlığını yeterince yansıtıyordu. Percy sorularını sıralamaya başlamadan önce "Sana ihtiyacım var." diye mırıldandım. Ağlamak üzereydim ve bu hiç hoşuma gitmiyordu. "Nerede olduğumu mesaj atacağım."

Percy'nin konuşmasına izin vermeden telefonu kapattım ve ilk damla yanağımdan hızla süzüldü. Mesajı attıktan sonra telefonu eski yerine fırlattım ve yanaklarımı ıslatan gözyaşlarımı sildim.

Geleceğinden adım kadar emindim. Çünkü Percy, her zaman yanımda olacağını bildiğim tek kişiydi. Ben işleri batırırdım. O ise gelip her şeyi yoluna koyardı.

Dizlerimin, bedenimi taşımakta zorlandığını hissedince koltuğun kenarına oturup pencereden aşağıya kaçamak bir bakış attım. Güneş tepeye çoktan ulaşmış ve dün geceki fırtınanın izlerini tamamen yok etmişti.

Işık gözlerimi rahatsız etmeye başladığında bakışlarımı yeniden odanın içine çevirdim. Alex, üzerine petrol mavisi bir tişört giymişti. Fakat içerisini rengarenk gördüğümden renk konusunda emin değildim.

"Artık müttefik değiliz." dedim. "Hiçbir şey değiliz." Bunu söylerken kelimelerin boğazımda düğümlendiğini hissetmiştim.

Alex bakışlarını bana çevirdi fakat tek kelime etmedi. İçten içe, konuşmamın bitmemiş olduğunu hissetmiş olmalıydı. Bu yüzden, tehditkar bir ses tonuyla "Arkadaşlarımdan ve Anastasia'dan uzak dur." diye ekledim.

"Annem her yerde, senin cadılara ihanet ettiğini zırvalayıp duruyor." dedi Alex konuşmaya karar verip. "Fakat sana saldıramıyorlar, çünkü benim yanımdasın." Ses tonu meydan okur gibiydi ve bu hiç hoşuma gitmemişti.

Oturduğum yerden kalkıp aramızdaki mesafeyi biraz azalttım. "Daha fazla zarar görebileceğimi sanmıyorum." Cümlemin sonuna doğru incelen sesim, yeni bir ağlama krizinin eşiğinde olduğumu haber veriyordu.

Alex hafifçe başını eğdiğinde tam tersi, başımı yukarı kaldırdım ve böylece gözlerimde birikmeye başlayan yaşların süzülmesini engellemiş oldum. Birkaç dakika sonra "En azından güvende olduğundan emin olmam gerek." diye mırıldandı.

Hiçbir şey söylemedim. Yeşil gözleri bir cevap bekler gibi yüzümde dolaşıyordu ancak bunu yapmayacaktım. Çünkü ağzımı açtığım anda itiraz sözcüklerinin dışarı fırlayacağından emindim.

Emin olduğum bir diğer şeyse itiraz etmenin Alex'in umrunda olmadığıydı. Ne pahasına olursa olsun kafasına koyduğu bir şeyi gerçekleştirir ve ufak bir açıklama bile yapmazdı.

Onunla konuşmanın bir şey çözmeyeceğine kanaat getirdiğimde ona arkamı döndüm ve ufak adımlarla odadan çıktım. Mermer basamakları inmeyi başarıp salona ulaştığımda zihnim darmadağındı.

Salonun penceresinden, Percy'nin siyah arabasını gördüm ve adımlarımı hızlandırarak dışarı çıktım. Percy arabayı gürültüyle park ettiğinde ortalık kısa bir anlığına tozla kaplandı.

İçgüdüWhere stories live. Discover now