15. Bölüm

2.8K 81 9
                                    


Salâhattin Bey'in ölümünden sonra kaymakamlık işlerine on beş gün kadar, en kıdemli memur olan tapu müdürü vekâlet etti. Sonra İzzet Bey isminde, oldukça genç bir kaymakam geldi. Başlar başlamaz ilk işi evvela şehrin ileri gelenlerini hükümete çağırıp onlarla konuşmak, kendileriyle işbirliği etmek oldu. Bu toplantıda söylediği sözlere nazaran memleket çok mühim anlar yaşamakta idi. Yarın öbür gün düşman zırhlılarının Edremit körfezine girmesi ve belki de kasabayı bombardıman etmesi mümkündü. Ne çetin bir devirde yaşadıklarını anlamak için Edremitliler bu dakikayı beklememeli, şimdiden gözlerini açıp hükümetle el birliği etmeli idiler. Ve daha birçok şeyler.

Toplantıya çağırılanlar arasında memleket eşrafı da vardı. Zaten yeni kaymakam sözlerini asıl onlara tevcih etmişti. Kendini diğer memurların hepsinden büyük gördüğü için, konuşurken hatta Ceza Reisi ile Müftü'nün ve Kadı'nın bile yüzüne bakmamıştı. Herhalde, bu harp vaziyetinde, bir mülkiye amirinin geniş salâhiyetini onlara hissettirmek niyetindeydi.

Geldiğinin ikinci gecesi Çınarlı Han'daki odasında eşraftan birkaçıyla oturup kafayı çektiği kasabaya yayılınca, diğer tecrübeli memurlar:

"Tamam, Edremit'e malın gözünü göndermişler... Yükünü tutmadan gitmez!" diye söylendiler.

Fakat İzzet Bey, yükünü tutacağa da pek benzemiyordu. Eli pek açık ve eğlenceye biraz fazla düşkündü.

Küçük kasabanın şimdilik en mühim işini, yeni kaymakamlarıyla meşgul olmak teşkil ettiği için, onun günlük hayatı, en küçük teferruat bile unutulmamak şartıyla, kulaktan kulağa anlatılıyor, türlü türlü tefsirlere uğruyordu.

Yusuf yeni kaymakamı daha ilk geldiği günlerde gördü. Odasındaki tahta masanın başında oturuyor, kamış kalemlerden biriyle oynuyordu. Birdenbire kapı açıldı. Evvela sarışın bir baş, sonra sıska bir vücut içeri girdi.

İzzet Bey'in kirli san saçları, biraz daha koyu bıyıklan ve kaşları vardı. Otuz beş sularında görünüyordu. Donuk mavi gözlerini süratle etrafında gezdiriyor ve sözünü müteakip, sanki izah ediyormuş gibi, uzun ve zayıf kollarıyla işaretler yapıyordu. Odadakilerin herbirine adlarını sordu, sonra Yusuf un masasına gelip ellerini dayadı.

"Sen ne iş yaparsın?" dedi.

"Kâtiplik yaparım efendim!"

"Canım, vazifeni değil, yaptığın işi soruyorum!"

"Ne iş verirlerse onu yaparım!" dedi.

Kaymakam'ın yanında ve elleri bağlı olarak gezen bir memur izahat verdi:

"Merhum Salâhattin Bey'in damadıdır efendim!"

İzzet Bey başını çevirerek manalı bir tavırla:

"Bu mudur o?" dedi.

"Evet efendim!"

Yusuf masanın başında ayakta duruyor ve gözlerini Kaymakam'ın ellerinden ayıramıyordu. San tüylü ve iri kemikli parmaklarının tırnaklan kısa, yassı ve öne doğru kıvrıktı. Ömründe bu kadar çirkin el görmeyen Yusuf hayretle onların hareketlerini takip ediyordu. Kaymakam sual sorarken bir elini kaldırıp işaretler yapıyor, öbür elinin parmaklan ile de masayı tıkırdatıyordu.

Dilinde biraz Rumeli şivesi vardı, fakat bunu belli etmemeye çalışıyordu. Yusuf da evvela fark etmemişti. Fakat kulağı evdeki hizmetçinin sözleriyle dolu olduğu için, Kaymakam "Bu midir o?" deyince derhal anladı.

Yeni Kaymakam gözlerini odanın duvarlarında gezdirdikten, kenarda dayalı duran birkaç büyük ve eski deftere şöyle baktıktan sonra:

"Haydi bakalım, oturun yerlerinize!" diyerek çıktı gitti.

Kuyucaklı YusufHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin