Bir saat geçti, sonra bir saat daha... Kısa, güneşsiz günün solgun ışığı azalmaya başlıyordu ki dingin havanın içinden belli belirsiz bir çığlık duyuldu. Çığlık, en tiz notasını bulana kadar havada hızla süzülerek yükseldi, o noktada gergin ve heyecanlı halde bir süre inatla durdu ve sonra yavaşça yok olup gitti. Hüzünlü bir yırtıcılık ve aç bir sabırsızlıkla dolu olmasaydı, kayıp bir ruhun feryadı olabilirdi o çığlık. Öndeki adam, gözleri arkadaşıyla buluşana kadar kafasını geriye çevirdi ve dar dikdörtgen sandığın iki yanından bir baş hareketiyle anlaştılar.

Sessizliği iğne gibi delen ikinci bir tiz çığlık daha yükseldi. İki adam da sesin geldiği yeri saptadı. Arkadan, biraz önce geçtikleri karla kaplı boş arazideki bir yerden geliyordu. Buna cevaben yine arkadan ve ikinci çığlığın solundan üçüncü bir çığlık daha yükseldi.

Öndeki adam, "Bizim peşimizdeler Bill," dedi.

Sesi boğuktu, gerçekdışı gibiydi. Konuşmak için gözle görülür bir çaba harcamıştı.

"Çok az et var," diye yanıtladı yoldaşı. "Günlerdir tek bir tavşan izine bile rastlamadık."

Bundan sonra konuşmadılar ve bütün dikkatlerini peşlerindeki avcıların yükselmeye devam eden çığlıklarını dinlemeye verdiler.

Karanlık çökerken köpekleri su kenarındaki bir ladin kümesine sürüp kamp kurdular. Ateşin yanındaki tabut hem oturak, hem de masa işlevi görüyordu. Ateşin öteki tarafında toplaşan köpekler kendi aralarında itişip kakışıyor ama oradan ayrılıp karanlığın içine dalmaya niyetli görünmüyorlardı.

Bill, "Bana öyle geliyor ki bu köpekler ateşe fazla yakın duruyorlar, Henry," yorumunu yaptı.

Ateşin üzerine çömelmiş, çaydanlığa bir parça buz atan Henry, başıyla onayladı. Tabutun üzerine oturup yemeğine başlayana kadar da konuşmadı.

"Postları nerede güvende olur, iyi bilirler," dedi. "Av değil, avcı olurlar. Hayli akıllıdır onlar."

Bill başını salladı. "Öyle mi, bilmiyorum."

Yoldaşı merakla ona baktı. "Onların akıllı olmadığını söylediğini ilk kez duyuyorum."

"Henry," dedi öteki, fasulyelerini kıtır kıtır çiğnerken, "ben köpekleri beslerken nasıl da itişip kakıştıkları hiç dikkatini çekti mi?"

"Her zamankinden çok haylazlık ettiler," diye kabul etti Henry.

"Bizim kaç köpeğimiz var, Henry?"

"Altı."

"Peki bakalım, Henry..." Bill, sözlerine daha fazla önem kazandırmak için bir an durdu. "Ben de öyle diyordum Henry, bizim altı köpeğimiz var. Kutudan altı balık aldım. Her köpeğe bir balık verdim ve Henry, bir balık eksik geldi."

"Yanlış saymışsındır."

"Bizim altı köpeğimiz var," diye tekrarladı diğeri, sakin bir biçimde. "Altı balık aldım. Kulaksız'a balık kalmadı. Sonra kutuya tekrar gelip onun balığını ayrıca verdim."

Henry, "Bizim sadece altı köpeğimiz var," dedi.

"Henry," diye devam etti Bill, "hepsi köpekti demeyeceğim ama balık alan yedi hayvan vardı."

Henry yemeği kesip gözleriyle ateşin etrafındaki köpekleri saydı.

"Şimdi altı taneler."

Bill, buz gibi bir kesinlikle, "Ötekinin karlara doğru koşup gittiğini gördüm," dedi. "Yedi hayvan gördüm."

Yoldaşı, acıyarak ona baktı ve, "Bu yolculuk bittiğinde son derece mutlu olacağım," dedi.

"Ne demek istiyorsun," diye sordu Bill.

Beyaz DişWhere stories live. Discover now