"İyi öde."

"Konuşacağız bu konuyu."

"Konuşuruz."

Pizzalar benim elimde motosiklete bindik. Koca paketi tek elimle yan tutup, tek elimle de Atlas'a tutunmak kolay olmamıştı. Neyse ki, bu esnada çok yavaş kullandı. Evi de fazla uzak değildi, Beşiktaş sahilin biraz yukarısında Fulya tarafındaydı.

Merkeze oranla çok daha sakin, sıralı dizilmiş apartmanlarla düzenli bir mahalleydi burası. Tüm evlerin ışıkları yanıyordu. Huzurlu sessizliği bozan tek şey mahalleye giren motorun sesiydi. Apartmanın altındaki kapalı otoparka girdik. Atlas'ın yönlendirmesiyle yangın merdiveninin kapısından geçerek asansöre ulaştık. Eksi üçüncü kattan zemin kata çıktık. Yeni bir apartmandı. Tüm daire kapıları beyaza boyalıydı. İnsanın içini açan temiz bir görüntüsü vardı.

Atlas cebinden çıkardığı anahtarıyla kilitli kapıyı açtı. Kilitli. İçeri girdi ve ışıkları yaktı. Kapalı olan ışıkları.

"Kız arkadaşın nerede?"

Hala kapının önünde elimde dumanı tüten pizzalarla dikilirken bir restoran kuryesinden farkım yoktu.

"İpek içeri geçer misin?" dedi bıkmış bir tavırla.

Onun yaptığı gibi ayakkabılarımla girdim. Kapıyı arkamdan kapattı ve,

"Benim kız arkadaşım yok." dedi.

"Hiç mi yok?"

Gözlerimin içine içine gülümsedi. Pekala kabul, aptalca bir soruydu.

"Yeni mi ayrıldınız?" diye sordum. Botlarını ve montunu çıkarırken arkasını dönmüştü çoktan, sorumu kaale almadı. Bunun yerine elimdeki pizzaları alıp salon olduğunu tahmin ettiğim yöne doğru yürüdü.

"Geliyor musun?"

Mecburen peşi sıra yürüdüm ben de. Küçük bir evdi. İkea'nın prototip evleri gibi küçük alanda herşey bir aradaydı. Geniş ve konforlu görünen beyaz renkli bir koltuğun önünde kare biçimli büyük bir orta sehpa duruyordu. Koltuğun üzerine yine açık renkli, üzerinde basit desenler olan bir örtü atılmıştı ama en son oturulduğunda düzeltilmediği için biraz dağınık duruyordu. Duvarda iplerle birbirine bağlanmış fotoğraflar vardı. Ama ne fotoğraflar... her birinin Atlas'ın gözünden çekilmiş kamp ve zirve manzaraları olduğu anlaşılabiliyordu. İki tane tekli bir de puf koltuğun yanı sıra cam kenarında en fazla altı kişilik bir yemek masası vardı. Televizyon ünitesi aynı zamanda ahşap bir kitaplıktı. Yerler dahil herşey açık renkliydi.

Beni en çok çekense odaya hakim olan o yaşanmışlık dağınıklığıydı. Koltuğun örtüsünün yamukluğundan, sehpanın üstünde duran kahve fincanına, yemek masasının üzerindeki okunmuş yerine konulmamış kitaplara kadar... yaşayan, nefes alan bir evdi burası ve adımımı attığım ilk anda içim ısınmıştı.

Ben böyle etrafı incelerken Atlas çoktan masaya kurulmuş, beni beklemeden pizzaya gömülmüştü. Sessizce yanına oturdum ve onun yaptığını yaptım. Her dilimle birlikte, enerji yetersizliğinden çalışmayı durdurmuş bir makinenin kısım kısım yeniden çalışmaya başlaması gibi, vücudumun çalışmaya başladığını hissettim. Pizzalar yarılandığında Atlas şöyle bir gerinerek arkasına yaslandı.

"Bugün bana çok kızdın." dedi. "Ama ben haklıyım."

Zaten başka bir şey söylese şaşardım. Umursamazca omuz silktim.

"Beni artık ilgilendirmiyor. Kulüpten ayrılacağım." diye açıkladığımda gerçekten şaşırdı.

"Sana Tunç'u kötülediğim için mi?"

POBEDAWhere stories live. Discover now