Doğa Yürüyüşü

En başından başla
                                    

Döndüğümde geziye götürecek otobüs gelmişti. İnsanlar binmeye başlamışlardı. Kalabalıktan istifade henüz binmemiş olan Buket'i buldum.

"Buket bu da benim gezi ücretim." Buket bana ve paraya baktı.

"Herkesinki tamam İpek. Bunu cebine koy." O sırada şoförle konuşan Atlas durumu görmüştü.

"İpek arabaya biner misin?" diye seslendi.

Bu yaptığından ötürü kendimi ne kadar kötü hissettirdiğini bilemezdi. Orada bağırıp çağırıp kavga çıkarmak ya da ben gelmiyorum deyip geri dönmek birbirinden cazip iki seçenekti ama nedense ben iki göz iki çeşme ağlamak istiyordum.

Buket elini dostça bir tavırla sırtıma koydu.

"Hadi binelim. Geç kalacağız."

İçimden Atlas'a nefret sözcükleri sıralayarak arabaya bindim. En arkalara gidip görünmez olmak istiyordum ama ortalara doğru Tunç'un yanını boş görünce anlık bir kararla oraya oturdum.

"Ooo simit mi o?"

Tunç teklifsiz şekilde simidimi paylaşırken Atlas bindi. Son bir kafa sayımı yaparken bizi gördü. Gözlerinin tarayarak üzerimizden geçişini gördüm ve nefret saçan bakışlarımla karşılık verdim. Her zamanki gibi tepkisizdi. Yüzünde duvardan katı bir ifadeyle ön koltuktaki yerine oturdu.

Arabanın içinde heyecanlı bir hava hakimdi. Sabahın sekizi olmasına rağmen herkes bıcır bıcır sohbet ediyordu. Tunç, katılanlara geziyle ilgili genel bilgiler vermek üzere yerinden kalktığında onun yerine cam kenarına geçtim ve içimdeki negatif hisleri biraz olsun bastırabilmek üzere gözlerimi kapattım. Yolun geri kalanı benim için bu şekilde geçti.

İki saatlik yolculuğun sonunda Kocaeli Aytepe mevkiine gelmiştik. Küçük grubumuz açlık sınırındaydı. Bir derenin üstüne kurulmuş salaş restorandakiler bizi bekliyorlardı. Kalabalık ve coşkulu bir şekilde kahvaltı sofrasına oturuldu. Menemenler, eritme peynirler, çeşit çeşit kahvaltılıklar masayı doldururken ben kolumu ahşap tırabzana dayamış aşağıda akan suyu izliyordum. Kalabalık olduğumuzdan birden çok masaya oturmuştuk. Atlas'ın kibirli suratını görmediğime memnundum. Tunç çağırmasına rağmen bilerek eskilerin oturduğu o masaya oturmamıştım. Benim masamda Ümit ve sabah ilk karşılaştığımız iki kız vardı. Konuşkan, rahat tiplerdi, neden yemediğim konusunda da fazla sorgulamadılar. Yolda simit yediğimi görmüşlerdi sonuçta. Zoraki çay içip bir an önce yürüyüşe başlamayı bekledim.

Soğukdere kanyonu baştan sona yeşillikle kaplı, yüksek kayalarla çevrili, ortasından dere geçen bir kanyondu. Sıcakdere'yle Soğukdere'nin birleştiği noktaydı ve Kirazdere'yi oluşturuyordu. Atlas'ın kısa süren uyarılar konuşmasının ardından su kenarındaki kayalara basarak başladık doğa yürüyüşümüze. Ayağımızda dayanıklı botlar, sırtımızda çantalar vardı. Zaman zaman yürüyüş yolumuz genişledi, zaman zaman sulara girdik çıktık. Üç saat kadar sürecek patikayı takip ederken sohbet muhabbet eşliğinde açıldım biraz, keyfim de yerine geldi. Doğada yürümenin herhangi bir bedeli yoktu. Doğa hepimize aitti.

Atlas'la hiçbir şekilde göz göze bile gelmemeye çalışıyordum. Önceleri Ümit'lerle takılıyordum. Bir de baktım onlar yavaştan güçten kesilmeye başladılar. Grubun öncülerine takıldım ben de. Sonuçta kendimi yine bir şekilde Tunç'un yanında buldum. Ben mi onun yanına gitmiştim farketmeden ya da o mu adımlarını bana uydurmuştu orasının farkında değildim. Önce ufaktan,

"Ne o? Hiç yanıma gelmiyorsun." diye laf attı.

"Farkında bile değilim." dedim. Farkında olarak uzak durduğum tek kişi Atlas'dı çünkü. Hatta farkında olduğum tek kişi oydu. Sırtımda gözüm varmışçasına biliyordum, yenileri bir arada tutmak ve kimseyi gözden kaybetmemek için gerimizden geliyordu.

POBEDAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin