Sevgili üvey annem, abartılı ve sahte sevgisini ayaküstü sunduktan sonra, nihayet beni azat etmişti. Ve ben tabanlara kuvvet, daha ne kadar gecikebilirim diye düşündüğüm toplantıya sonunda teşrif edebilmiştim. Muhafızların nazikçe açtığı kapıdan, kendimi tam tersi şekilde içeriye atıverdim. Odada hızlıca gözlerimi gezdirdim. Askerlerin dışında, kardeşlerim Boris ve Brice'da burada. Ne hoş(!)

"Özür dilerim kralım. Geç kaldım. Atım yüzünden. Ben koştum. Ama... Ama yolda kraliçe Harriet. Beni biraz azarladı. Yani sarayda koştuğum için. B-ben çok öz-" Kral babam, nefes nefese ve zorlukla anlattığım bahanemi, tek el hareketiyle kestiğinde, ergen bozuntusu Acwell bana kıs kıs gülüyordu. "Tamam Alexandra, yeter. Eğer günün esas kişisi olmasaydın sana çok kızabilirdim. Yaptığın atışa dua et. Şimdi, şuraya geç ve söz sana gelinceye kadar soluklan biraz." Gösterdiği yere, küçük kardeşim Brice'ın yanına geçerken, bana keyifle gülen Ac'e öldürücü bakışlarımı yolladım. Seninle buradan çıkınca görüşeceğiz koca kafa. Yanımda duran Brice'a doğru hafifçe dönüp, saygıyla eğildim. Bana nefret dolu gözlerle yalandan bir karşılık verdi. Cidden, bu çocuk neden bugün bu kadar suratsız?

"Evet gençler. Bugün sizi buraya neden topladığımdan hepiniz haberdarsınızdır zaten. Bu yüzden lafı fazla uzatmadan, direk konuya girmek istiyorum. Yaşanan hain suikast ile ilgili elimizde bulunan bilgileri sunun lütfen. Acwell, sen başla." Ac, kendine çeki düzen verdikten sonra konuşmaya başladı. "Kralım. Suikast bireysel bir tasarı gibi görünse de, çok ustaca kurgulanmış. Arkada hiç bir iz bırakmamışlar ve zannımca, suikast için en doğru zamanı tespit edebilmek adına, prens Boris'i olaydan önce bir süre takipte tutmuşlar." Wilhelm, sakalını sıvazlayarak bir süre düşündü. Belli ki oğlunun tehlike altında olduğu düşüncesi, onun bir hayli canını sıkıyordu. "Peki öldürülen katilin üstünden, kayda değer hiç bir şey çıkmadı mı?" Yüzbaşı lafa girdi. "Maalesef efendim. Adamın üstünde, kendini kamufle ettiği kıyafetleri ve silahından başka hiç bir detay bulamadık." Acwell tekrar sözü aldı. "Kralım. Olayda kullanılan ok ve yay, normalden çok daha küçük boyutlardaydı ama menzili buna nazaran oldukça yüksekti. Biz daha önce hiç bir orduda bu tür bir silaha rastlamadık. Sanırım katilin en dikkat çekici özelliği bu olmalı." Bu kısımda tartışmaya bende dahil oldum. "Muhtemelen, adamın kullandığı teçhizat özel üretim. Yani yalnızca bu tür, uzaktan atış yapılması gereken suikast girişimlerinde kullanılmak üzere üretilmiş. Portatif ama güçlü." Yüzbaşı; "İhtimaller dahilinde." diyerek beni onayladı.

İstişare bir süre daha böyle devam ettikten sonra, nihayet konu benim başarıma gelmişti. "Alexandra. Seni ayrıca kutluyorum. Bir kez daha, ne kadar yetenekli bir süvari olduğunu hepimize ispatladın. Ama en önemlisi... Oğlum, varisim Boris'in şuan yanımızda olmasını sana borçluyum. Minnettarım kızım." Kızım. Ne de güzel söylemişti. Cümlesinin sonuna doğru boğuklaşan sesine rağmen, sözlerinde ki içtenliği sonuna kadar hissedebiliyordum. Bir tek bu lafı bile, benim için tüm teşekkürlere bedeldi. Bu sırada tam yanımda oturan Brice, yerinde sıkıntı ile kıpırdanıp duruyordu. Belli ki varis Boris muhabbeti, onu bir hayli rahatsız ediyordu. Toplantı sona erdiğinde herkes, ardında hala sırrını koruyan bir suikast ve yorgun bir kral bırakarak odadan çıktı.

Henüz koridora yeni ayak basmıştım ki, üvey kardeşimin kolumdan tutup beni kendine çevirmesiyle olduğum yerde kalakaldım. Şoktan kurtulup hızlıca başımı eğdim. Bu sırada, hala kolumda olan elindeki yüzüğe gözüm takıldı. Burulmuş saf altından, özenle işlenmiş altıgenin içine bir yıldız yerleştirilmişti. Yıldızın ortasında, köşelerde bulunanlara nazaran, çok daha büyük ve göz alıcı kırmızı bir yakut vardı. Çok hoş bir yüzüktü ve garip bir şekilde, beynimde şimşekler çakmasına sebep oluyordu. Tüylerimi diken diken eden bu şeyi, daha önce başka bir yerde gördüğüme emindim.

Brice'ın sesiyle, yüzüğe kitlenmiş olan bakışlarımı ayırıp, bu kez yüzüne çevirdim. "Alexandra... Yetenekli asker Alexandra. İyi iş çıkardın, gerçekten. O zalimin canına nasılda okudun öyle. Benim sevgili ağabeyimi kurtardın sen. Tüm ailemiz sana minnettar." Her ne kadar dediklerine odaklanamasam da, yapmacık tebriğine karşılık, onun aksine içtenlikle gülümsedim. "Asıl ben size ve ailenize minnettarım prensim. Beni böyle onurlandırarak ne kadar mutlu ettiğinizi bilemezsiniz. O gün, sadece üstüme düşeni yaptım. Bundan sonrada, her zaman yapmaya devam edeceğim. Hatta artık çok daha fazla çalışacağıma sizi temin ederim." "Çalış tabi, çalış. Bu kraliyetin sizin gibi askerlere ihtiyacı var zaten. Sen gözünü dört aç, aman kimseye zarar gelmesin. Bundan böylede çok dikkatli ol. Malum, etrafta düşman kol geziyor. Böyle nadide bir askerimizin başına bir şey gelsin istemem." Sözlerini tamamladıktan sonra bir şey söylememe izin vermeden, oradan uzaklaştı. Bugün, her zamankinden daha da nefret dolu olan bakışları gözümden kaçmamıştı.

Saraydan çıkar çıkmaz, hızla surlara doğru ilerledim. O gün, suikastçının üstünde durduğu duvarın dibine vardığımda, yükseklik gözümü korkutsa da kararlıydım. Kafamda ki sorunun cevabını almadan, bugünü bitirmemekte çok kararlıydım. İlk hamlemi yapıp, büyük bir hırsla tırmanmaya başladım. Terleyen ellerim her geçen dakika işimi biraz daha zorlaştırıyordu. Buna rağmen pes etmek aklımın ucundan dahi geçmiyordu. Beni her daim ayakta tutan ve bitmek tükenmek bilmeyen hırsıma sımsıkı sarılarak taş duvarda ilerlemeye devam ettim.

Sonunda tepeye vardığımda, kan ter içinde kalmıştım. Kendimi tek hamlede duvarın geniş düzlüğüne attım. Ve o gün, o gizemli adamın tam olarak durduğu yeri bulmak için yürümeye başladım. Karşıda ki gözcü tepesine olan görüş açımı sürekli kontrol ederek, aynı noktayı saptamaya çalışıyordum. Ve işte, işte orada. Kırmızı yakutlarla bezenmiş altın mücevher, tamda adamı vurduğum noktada, hala o günkü ışıltısıyla gözümü kamaştırıyor. Ve beni, bin bir türlü duygunun içerisine hızla sürüklüyor...

KAYIP PRENSESWhere stories live. Discover now