Sabahleyin erkenden iki oğluyla birlikte bir yürüyüşe çıkmış ve dönerken Jane'e rastlamışlardı.

"Umarım bu sabah pek uzağa gitmemişsinizdir, Miss Fairfax," dedi. "Çünkü hemen yağmur başladı. Acaba ıslandınız mı diye merak ettim. Biz eve zor yetiştik."

Jane, "Postaneye kadar gidiyordum, uzak değil," diye yanıtladı. "Yağmur ben eve döndükten sonra boşandı. Bu benim her sabah yaptığım bir iştir. Gidip bize gelen mektupları alırım. Hem bir işimiz yapılmış olur hem de bana gezinti fırsatı çıkar. Özellikle kahvaltıdan önce yürüyüş yapmak bana çok iyi gelir."

"Ama, yağmurda değil, umarım?"

"Ben sokağa çıktığım zaman yağmur yağmıyordu."

John gülümsedi: "Yani siz yağmurun farkına varmamaya kararlıydınız. Ah, gençlik! Bir zamanlar postane bizim için de böyle çekiciydi. Benim yaşıma gelince siz de göreceksiniz: Mektuplar için yağmurun altında yol gitmeye değmez."

Jane hafifçe pembeleşti, sonra karşılık verdi:

"Ama unutuyorsunuz ki en sevdiklerimle ömür boyu bir arada yaşamak bana hiçbir zaman nasip olmayacak. İşte bu yüzden beş on yaş büyümek de hiçbir zaman benim mektuplara karşı olan ilgimi azaltamayacak."

"Azaltmak mı? Ne münasebet! Ben hiçbir zaman büyüdükçe mektuplara karşı ilginiz azalacak, demek istemedim. Yalnız mektupların nasıl bir baş belası olduklarını göreceksiniz."

"Siz iş mektuplarından söz ediyorsunuz. Bense aile ve arkadaşlık mektuplarından."

John Knightley serinkanlılıkla, "Çok zaman onların daha bile kötü olduğunu düşünürüm," dedi. "İş dediğin kişiye hiç değilse bazen para getirebilir, ama arkadaşlık hiçbir şey getirmez."

"Ciddi değilsiniz. Ben, Mr. John Knightley'yi yakından tanırım. Dostluğun değerini onun da herkes kadar anladığından eminim. Mektupların, sizin gözünüzde benimkinden çok daha az önem taşıdığına inanabilirim ama bu farkı yaratan sizin benden on yaş büyük olmanız değildir. Konu yaş değil, durum; siz, dünyada en çok sevdiklerinizle her gün bir aradasınız, oysa ben sevdiklerimden temelli ayrılacak olabilirim. Bu yüzden, içimdeki tüm sevgiler zamanla külleninceye kadar, sanırım, postaneler beni her zaman kendilerine çekeceklerdir, bundan daha kötü havalarda bile."

John Knightley, "Ben de insanın zamanla, yıllar geçtikçe değişmesinden konuşurken, illa yaştan değil, bu yılların çoğunlukla getirdiği durum değişikliklerinden söz ediyordum," diye yanıtladı. "Bence bu ikisi iç içedir. Zaman, kaçınılmaz olarak, her gün gördüklerimiz dışında tüm ilişkileri küllendirir, gelgelelim ben sizin değişeceğinizi söylerken bu tür bir değişimi kastetmedim. Eski bir dostunuz olarak şunu dile getirmeme izin verin: Miss Fairfax, bundan on yıl sonra sizin çevrenizin de benimki gibi sevdiklerinizle dolu olacağını umuyorum."

Dostlukla söylenmiş, alınganlık yaratması düşünülemeyecek sözlerdi bunlar. Güler yüzlü bir "teşekkür ederim"le, konuşmanın tatlıya bağlanıp kapanması amaçlanmış gibiydi. Ne var ki yüzüne yayılan renk, dudağının titremesi, gözündeki yaş, Jane Fairfax'in gülemeyecek kadar duygulanmış olduğunu gösteriyordu. Şimdi de dikkatini Mr. Woodhouse'a vermesi gerekiyordu. Çünkü ev sahibi, böyle durumlarda âdeti olduğu üzere konuklarını birer birer dolaşıp ilgilenir, genç hanımlara özellikle tatlı iltifatlar dağıtırdı. Şimdi sırada Jane vardı. Mr. Woodhouse o her zamanki yumuşak nezaketiyle, "Miss Fairfax, bu sabah yağmura yakalandığınızı duyunca çok üzüldüm," dedi. "Genç hanımlar kendilerine çok iyi bakmalıdırlar. Genç hanımlar narin bitkilerdir. Sağlıklarına, ciltlerine özen göstermelidirler. Evladım, hemen çoraplarınızı değiştirdiniz mi bari?"

EmmaWhere stories live. Discover now