Miss Campbell daha yeni evlenmiş olduğundan, Jane Fairfax'in hayata atılması konusunda daha herhangi bir şey yapılmış değildi. Bu arada, Jane, eskiden beri kendi kendine bir başlangıç saydığı yaşa, yirmi bir yaşına basmıştı.

Albay Campbell da, karısı da onun bu kararına artık karşı koyamayacak kadar sağduyu sahibiydiler. Eninde sonunda atılması alna yazılmış olan bir adım, varsın bir an önce atılsındı. Bununla birlikte, acıklı ayrılış saatini erteleyecek herhangi bir şeye dört elle sarılmaları da doğaldı. Mrs. Campbell'ın düğününden sonra Jane bir türlü kendini toplayamamıştı. Mürebbiyelik gibi bedence de, ruhça da sağlamlık isteyen bir işe başlamadan önce, genç kızın sağlığını tamamen kazanması doğru olurdu. Böylece Jane'in birkaç ay dinlenmesine karar verildi.

Jane İrlanda'ya gitmeyip Highbury'ye dönmek konusunda ninesiyle teyzesine doğruyu yazmıştı. Onlardan sakladığı kimi gerçekler olabilirdi, ama Highbury'ye dönmeyi kendisinin istediği doğruydu. Onun kendi memleketinin havasında şifa bulacağını uman Campbelllar da bu isteğine boyun eğmişlerdi.

İşte böyle, Jane Fairfax gene Highbury'ye dönüyordu. Ve kasabadakiler hiç görmedikleri Frank Churchill yerine, bu kez iki yıldır görmedikleri Jane Fairfax'i görmekle yetinmek zorundaydılar.

Emma üç ay boyunca pek sevmediği bir kimseyle haşır neşir olacağını düşündükçe sıkılmaktan kendini alamıyordu. Bu kıza üç ay boyunca, istediğinden her zaman daha çok, ama gerektiğinden her zaman daha az yakınlık ve kibarlık göstermek zorundaydı.

Jane Fairfax'i niçin sevmediği yanıtlanması güç bir soruydu. Mr. Knightley bir seferinde Emma'nın Jane'i kıskandığını ileri sürmüştü. Gerçi o zaman Emma bu suçlamaya yürekten karşı çıkmıştı. Gene de kendi kendini incelediği zamanlar vicdanının da buna eş şeyler fısıldadığı olurdu. Gene de: "Nasıl olduğunu anlayamıyorum, ama bu kızı yakından tanımanın hiçbir yolu yok. Öyle soğuk ve kendi içine kapanık ki. Hiçbir şeye doğru dürüst ilgi göstermiyor. Hoşnut olup olmadığı hiçbir zaman belirli değil. Hem o teyzesinin çenesi yok mu... Sonra Jane ne zaman Highbury'ye gelse herkes üstüne düşüyor. Yaşıt olduğumuz için ille benim de onunla içli dışlı olmam bekleniyor..."

Aslında Emma'nın Jane'e karşı duyduğu bu soğukluk büyük bir haksızlıktı. İleri sürdüğü bahanelerin çoğu da hayal ürünüydü. Bunu Emma'nın kendisi de bilirdi. Jane uzun bir ayrılıktan sonra ne zaman köye dönse, Emma onun günahını aldığını düşünerek vicdan azabına kapılırdı.

Şimdi de iki yıllık ayrılıktan sonra Jane'e hoş geldine gidince, Emma onun yeni baştan etkisi altında kaldı. Jane Fairfax zarifti, hem de pek zarif. Emma da zarifliğe son derece önem verirdi. Jane boylu bir kızdı, ama çok uzun boylu değildi. Vücudu ise olağanüstü biçimliydi; ne tombul ne de zayıf. Yalnız, şu sırada hastalığı yüzünden, daha çok zayıf sayılırdı. Sonra yüzü, yüzünün çizgileri... onun ne derece güzel olduğunu Emma unutmuştu demek. Klasik bir güzellik değildi bu, ama doğrusu pek çekiciydi. Kurşunimtırak mavi, baygın gözlerinin, koyu renk kirpikleriyle kaşlarının çekiciliğini Emma hiçbir zaman yadsımamıştı. Ama Jane'nin tenine pek solgun diye kusur bulmuşken, şimdi bu tenin ne kadar duru ve ipeksi olduğunu görüyor, onun ayrıca bir de renk güzelliğine gereksinimi olmadığını anlıyordu. Jane Fairfax'in güzelliğinin temeli zariflikti ve şu durgun taşra köşesinde pek az rastlanabilen böyle bir zarifliğe hayran kalmamak elde değildi. Çünkü buralarda kaba saba olmamak erdem ve seçkin sayılmak için yeterliydi.

Kısacası, o ilk ziyareti sırasında genç kız Jane'i iki kat hoşnutlukla seyretti: güzel seyretmenin verdiği zevk ve kendi tarafsızlığından duyduğu hoşnutluk. Emma, Jane Fairfax'e bundan böyle mesafeli durmamaya karar vermişti. Hele Jane'in hayatını ve durumunu, bütün bu güzellik ve zarifliğin nasıl bir meslek uğruna harcanacağını düşündükçe, kendi kendine, "Bu kıza karşı ancak saygı ve acıma duyulabilir," diyordu. Hele hele, Jane Fairfax ile Mr. Dixon arasında gizli bir sevgi doğmuş ve Jane kendini feda ederek kasabasına dönmüşse, ne kadar onurlu, ne kadar hazin bir şeydi!

Emma'nın duyguları o derece değişmiş ve yumuşamıştı ki, Bateslerden ayrılıp eve dönerken, "Yazık, Highbury'de ona layık bir genç yok," diye düşünüyordu. "Öyle biri olsaydı hemen aralarını bulurdum; Jane de mürebbiyelik yapmak zorunda kalmazdı."

Bunlar hiç kuşkusuz güzel düşünceler, yüce duygulardı ama ömürleri uzun sürmedi. Emma'nın Jane konusundaki duygu ve kararlarını ortaya vurmasına fırsat kalmadı. Genç kız yalnızca Mr. Knightley'ye, "Jane gerçekten güzel kız; güzelden de üstün," diyecek fırsat bulabildi.

Sonra Jane yanında ninesi ve teyzesiyle Hartfield'e, Emma'nın ziyaretine karşılık vermeye geldi ve her şey gene eski haline döndü. Emma'yı eskiden beri sinirlendiren durumlar yeniden baş gösterdi. Teyze hanım gene eskisi gibi kafa şişiriyordu. Hatta eskisinden bile çok. Çünkü biricik yeğeninin yalnızca güzelliğini ve hünerlerini övmekle kalmıyor, hastalığına da üzülüp duruyordu. İster istemez herkes Jane'in iştahsızlığını, yorgunluğunu inceden inceye dinlemek ve ninesiyle teyzesine işlediği başlıklarla çantaları tekrar tekrar görmek zorundaydı. Bu yüzden Jane'in yeri Emma'nın gözünde yeni baştan düştü. Bu yetmez gibi sıra piyano çalmaya geldi. Jane'in piyano çalışı Emma'ya oranla daha iyiydi. Jane'in Emma'yı övmesi bile Emma'ya battı. Yapmacık gibi geldi.

Ama, en kötüsü, şu Jane öylesine soğuk, o derece içten pazarlıklı bir kızdı ki! Herhangi bir konuda gerçek düşüncesini, taş çatlasa ortaya vurmuyordu. Bir terbiye ve resmîlik pelerinine bürünmüş, ağzından bir şey kaçırmamaya inat eder gibiydi. Bu derece çekimser duruşunda sinir bozan, kuşku uyandıran bir şey vardı. Hele Weymouth'la Dixonlar konusunda Jane Hanım'ın ağzından laf alabilene aşkolsun! Mr. Dixon'ın kişiliği, Mr. ve Mrs. Dixon'ın birbirlerine uygun olup olmadıkları üstüne fikir yürütmeye hiç niyeti olmadığı ortadaydı. Hep genel olarak, ayrıntıya kaçmadan, övücü bir dille konuşuyordu. Onun bu aşırı dikkat ve çekimserliği Emma'yı adamakıllı kuşkulandırmaya yaradı. Herhalde bu işin içinde saklanacak bir yön vardı ki Jane açılmaktan bu denli çekiniyordu. Belki Mr. Dixon'ı baştan çıkarmaya çalışmış ama başaramamıştı. Belki de Mr. Dixon, gözü asıl Jane'de olduğu halde Mrs. Campbell'ı parası yüzünden seçmişti.

Ama, Jane Fairfax başka konularda da aynı derecede çekimser konuşuyordu. Laf arasında, Weymouth'tayken Frank Churchill'le tanıştığını söylemişti. Gelgelelim Emma onun ağzından Frank konusunda şöyle dişe gelir hiçbir bilgi alamadı.

"Yakışıklı mı bari?"

"Herkesçe beğenilen bir tip olduğunu sanıyorum."

"İyi huylu mu?"

"Öyle tanınıyor."

"Akıllı, bilgili bir gence benziyor mu acaba?"

"Weymouth gibi bir sayfiyede, hatta Londra'daki sosyete hayatında, insan gördüğü kimselerle ilgili sağlam fikirler edinemiyor. Ancak hal, tavır konusunda bir fikir edinebiliyorsunuz. Bu bakımdan da Mr. Frank Churchill herkesçe pek beğenilen bir adamdır."

Emma, Jane'i asla bağışlamayacaktı.

EmmaWhere stories live. Discover now