"Ama, ne olsa ihtiyar kız sayılacaksınız. Ne acı!"

"Aldırma, Harriet. Yoksul bir ihtiyar kız olacak değilim ya! Evde kalmayı bu kadar acıklı gösteren de parasızlıktır. Dar gelirli, evlenmemiş bir kadın, gülünç, huysuz bir ihtiyar kız olup çıkar. Sokak çocuklarının eğlencesi haline gelir. Ama varlıklı bir bekâr hanımın her zaman hatırı sayılır. Canı istediği gibi, dolu bir ömür sürmek her zaman elindedir. Ama sakın Miss Bates'i hor gördüğümü sanma. Bu derece iyimser, yedi cihanla barışık bir tutum biraz canımı sıkıyor, sonra gevezeliği... Ama gene de Miss Bates hem evde kalmış hem de yoksul bir kadın olduğu halde herkes onu sever, arar. Parasızlık çoğunlukla beyin daraltan, ruhu karartan bir şeydir. Oysa Miss Bates'te böyle etkileri olmamış. İyi yürekli, cömert, herkese karşı yakın ve candan bir kadın."

"Aaa, evlenmezseniz ne yapacaksınız, Miss Woodhouse? Yaşlandığınızda neyle oyalanacaksınız?"

"Kendimi yanlış tanımıyorsam, benim kafam işlek ve cıvıl cıvıldır, Harriet. İçdünyam oldukça zengin sayılır. Yirmi bir yaşında nasıl oyalanıyorsam, kırk ya da elli yaşında da günlerimi aynı şekilde doldurabilirim sanıyorum. Aslında evlenmemenin en büyük kötülüğü, yaşlanınca yapayalnız kalmak, sevecek, bakacak kimse bulamamaktır. Ama benim ablamın çocukları var. Yaşlılık yıllarında aradığım, gönlümün istediği tüm sevgiyi onlarda bulabileceğimi umuyorum. Evlenip ana olmuş bir kadının bütün korku ve umutlarını, sevinç ve üzüntülerini ben de duyacağım. Yeğenlerimin kız olanları sık sık benim yanıma gelip aylarca benim yanımda kalırlar, böylece yaşayıp giderim."

"Miss Bates'in yeğenini biliyor musunuz? Demek istediğim, elbet kendisini görmüşsünüzdür, ama arkadaşlığınız var mı?"

"Evet, ne yazık ki Miss Bates'in yeğeni olan genç hanım ne zaman Highbury'ye gelse, arkadaşlık etmek zorunda kalırız. Onu aklıma getirdim ya, kız yeğenlerimle ömür doldurmak tasarısından neredeyse vazgeçiyorum. Miss Bates değerli yeğeni Jane Fairfax'in lafıyla öyle kafa şişiriyor ki... Kendi yeğenlerimle herkesin o kadar canını sıkmaktan Tanrı beni korusun! Jane Fairfax'in adından bile gına getirir oldum. Kızın yazdığı her mektubu kırk kez okurlar. Gönderdiği selamlar döne döne söylenir. Kızcağız teyzesine bir korse patronu gönderse ya da ninesine bir jartiyer örse, artık bir ay başka lakırdı duyamazsın. Jane Fairfax'in kendisine bir diyeceğim yok, ama lakırdısından artık bıktım usandım."

Gidecekleri köy evine yaklaşmış oldukları için, havadan sudan konuları kestiler. Emma çok iyi yürekli bir kızdı. Yoksullara yalnızca maddi yönden yardım etmekle kalmaz, zaman zaman şefkat ve öğütlerini de onlardan esirgemezdi. Emma'nın, "saf köylüler" hakkında romantik hayalleri yoktu. Eğitim ve bilginin önemini bildiği için bu yoksul, cahil kimselerden aşırı erdemler beklemenin boşluğunu da bilir, onları anlar, kusurlarını bağışlardı. Bu yüzden onların dertlerine gönülden ortak olur, yardım ve öğütlerinde her zaman onları göz önünde tutardı.

Hasta kadının evinden ayrılırlarken Emma, "Bu gibi manzaralara tanık olmak bir bakıma iyi şey, Harriet, çünkü insan kendi dertlerini gözünde büyütmez oluyor," dedi. "Yazık ki biz insanlar her şeyi çok çabuk unutuyoruz. Şu anda öyle geliyor ki, şu zavallıların durumu bütün gün aklımdan silinmeyecek. Oysa kim bilir, şimdi başka bir şey olsa belki onları hemen unutuveririm."

Harriet, "Zavallıcıklar!" diye içini çekti. "İnsan gerçekten de onları görünce başka hiçbir şeyi düşünemez oluyor."

Yoksul kadının bahçesini çeviren çitten atladılar. Emma içerideki sefalet tablosunu daha iyi anımsamak ister gibi, harap kulübeye son bir kez baktı.

"Bu sabah gördüklerimi öyle kolay kolay unutabileceğimi sanmıyorum," dedi. "Hiç sanmıyorum."

Arkadaşı, "A, tabii, unutulur gibi değil," diye ona hak verdi.

EmmaWhere stories live. Discover now