1.BÖLÜM

69 1 0
                                    

Üssü Bir’e girdi.
Yeni acemiler bir teçhizat barakasının yükleme iskelesinin yanında sıraya dizilmişlerdi; az evvel sıfıra vurulmuş kafaları parlak güneşin altında ışıl ışıl, tıraş bıçakları yüzünden çizik çizikti.

Müfreze korkudan tir tir titriyordu.

NÖBETÇİLER KENARA ÇEKİLDİ

ve Cari, Eğitim Eğitim çavuşları çatık kaşlarıyla etraflarını sarmışlardı. Cari şöyle bir bakınca dudakları patlamış, burunları kanayan, birinin kolunda O şeklinde kıpkırmızı bir ısırık izi olan yaralı çavuşlarla devasa bir çocuğun bacakları açık, sırtını yükleme iskelesinin duvarına vermiş birvaziyette yerde oturduğunu gördü.

Çocuk doğrudan önüne bakıyor, afallamış bir hâlde burnunu tutuyordu. Bu iri kıyım, yeni gelen, çavuşlarla kavgaya mı tutuşmuştu? Hayır. Elleri ayakları bağlı değildi ve kimse ona pis pis bakmıyordu.

O hâlde o değil, bir başkası yapmıştı bunu. Güm güm güm. Metal baraka kapısı darbelerin etkisiyle gümbürdedi. Sanki içeride bir katır kalmıştı da dışarı çıkmak için kapıya çifte atıyordu. Birisi hem iri çocuğa hem de çavuşlara dalmıştı, onlar da onu içeri kilitlemişti.Ve Cari içten içe onun kim olduğunu biliyordu. Dubois. Tam olarak Stark’ın kendisini “kontrol etmesi” için gönderdiği kişiydi; Stark bunu da birçok şeyi söylediği gibi söylemiş, CarFa bir emir vermiş ancak nedenini tam olarak açıklamamıştı. Elbette Cari da emrine uymuştu. Özgürlüğünden feragat ettiğinden bu yana geçen altı ay boyunca hevesli çırağı oynuyordu. Çok yakında bu örgütün kökünü kazımak için gerekli olan şeye sahip olacaktı ama şimdilik bu rolü oynamaya devam etmeliydi. Gürültülü vuruşlar kesildi ve barakanın içinden küfürlerin, tehditlerin savrulduğu boğukbağrışlar yükselmeye başladı. Eğitim Çavuşu Rivera, Carl’ı görünce müfrezenin yanından ayrılıp gülümseyerek ona doğru geldi. El sıkıştılar. Cari onu gördüğüne gerçekten mutlu olmuştu. Diğer çavuşlar Carl’a bir Bengal kaplanma bakıyormuş gibi bakıyorlardı. Sonra acemiler de dönüp ona baktılar; bakışları CarPdan çavuşlara, ardından tekrar Carl’a kaydı. Güzel. Bırak meraklansınlar. Bırak korksunlar. “Freeman,” dedi Rivera. “Seni gördüğüme sevindim.” Cari, alışkanlık edindiği üzere diğer çavuşlara hitap ederken kullandığı aşağılayıcı ses tonunun tam aksineRivera’yla rahat bir tavırda konuşarak, “Ben de,” dedi. “Durum nedir?” ıo Rivera başını çevirip metal kapıya baktı. “İçeriye bir vaşak hapsettik.” “Adı Dubois mı?” Rivera başını yana doğru yatırdı. “Sen nereden biliyorsun?” Cari, “Silahlı mı?” diye sordu. Güm. Güm. Güm. Vuruşlar tekrar başladı, kapıya bir çekiç darbesi kadar sert iniyordu. Rivera kaşlarını kaldırdı. “Eline bir şey geçirmişe benziyor.” “Eh,” dedi Cari. “Gidip baksam iyi olacak.” “Sen bilirsin,” dedi Rivera. “Ben şuçocukları kışlaya geri yollayıp birkaç çavuşu burada bırakacağım. Martinez CERT’, hücre dirliğini sağlama ve benzeri ekiplerde yer almış.” “Hayır,” dedi Cari. Sorunun üstüne enine boyuna düşünmeden dahi cevabı biliyordu. Ne tuhaftı, artık her şeyi sezgileriyle anlayabiliyordu. Ve bu olağanüstü yeteneği beynindeki çip sayesinde değil, ona daima önderlikle ilgili dersler veren adam olan Stark sayesinde kazanmıştı. “Acemilerin bunu görmesi gerek. Ayrıca içeriye yalnız gireceğim.” Rivera yalnızca bir saniyeden az bir süre tereddüt etti, ardından başıyla onaydı. “Anlaşıldı, Freeman. Sen nasıl istersen.” Hızlı kavrayışı ve güçlenmiş gözlem yeteneğine rağmen Cari bile eski eğitimçavuşunun gözlerindeki duraksamayı belli belirsiz yakalamıştı. Yükleme iskelesinin merdivenlerini çıkmaya başladılar, geldiklerini gören çavuşlar da onlara yol verdiler. Yeni ke- * Amerika Birleşik Devletleri’nde faaliyet veren bir acil durum müdahale ekibi. silmiş rengârenk saçlardan oluşan halının üstünde devrilmiş sandalyeler ve tıraş makineleri vardı. Cari ensesini yakan kavurucu güneşin altında, o yükleme iskelesinde olduğu günü, CampbeH’ın ne kadar uğraşsa da rasta saçlarının kesilmesine engel olamayışını hatırladı.Campbell. Cari refleks olarak derhâl arkadaşını aklından çıkardı. “Dikkatli ol,” dedi Rivera. “Dubois, Chihuahua gibi görünse de Pitbull gibi saldırıyor.” Barakanın içinde, kapıya geçirilen yumruklara boğuk sesli tehditler ve küfürler de eklendi. Cari sarsılan kapıya bakıp bu adamda Stark’ın onu kontrol etmesini kendisinden isteyeceği kadar özel olan şeyin ne olduğunu düşündü. Eh, çok geçmeden öğrenecekti. Rivera ve diğer çavuşlara işaret verdi ve adamlar kepenkli, metal kapının alt kısmındaki kancaları kaldırdılar.Yumruklamalar kesildi. Muhtemelen içeride durmuş beni bir güzel haklamayı bekliyor, diye düşündü Cari fakat çip artık onun bir parçası olduğundan bu onu pek de endişelendirmiyordu. Kapı birkaç santim açılınca Dubois’nın sesi barakanın en arka kısmından duyuldu: “İçeri gelin, çocuklar. Size bir sürprizim var.” Cari kapıyı sonuna kadar açtı. Oğlan hemen hemen on metre ötesinde duruyor, titrek flo-resan ışıklarının altında ufak tefek lâkin kuvvetli görünüyordu. Kan revan içindeki suratıyla pis pis sırıtıyordu. Bir elinde kırık bir paspas sapı vardı. Saçları Elvistaklitçilerininki gibi kabartılıp arkaya taranmıştı. Rezalet. Cari öne çıktı. , O ve Dubois ses etmeden bakıştılar. Tepelerindeki lambalar düzensiz bir şekilde vızıldıyordu. Cari bu gergin ana epey abes kaçan temiz çarşaf kokusunu aldı. Dubois ileri geri volta atmaya ve bu esnada da sopayı avucuna vurmaya başladı. Çocuğun dışanda neden olduğu tahribata bakınca Cari daha iri biriyle karşılaşacağını zannetmiş, Stark’ın ilgisine bakınca daha etkileyici biriyle karşılaşacağını ummuştu. Dubois kasıla kasıla yürüyor vegözlerini CarFın üzerinden hiç çekmiyordu. Korkmuş gibi bir hâli yoktu. Cari hiç değilse bu konuda onu takdir etmişti. Bu hâliyle, dövüş horozuna benziyor, diye düşündü Cari. Adam sağlam fakat kısa boyluydu, olsa olsa bir altmış yedi ancaydı. Tepesinde birleştirdiği o uzun, siyah saçlarıyla bir ibiği bile vardı. Cari çavuşlara dönüp, “Kapıyı kapatın,” dedi. Çavuşlardan biri itiraz edecek oldu fakat CarFın sert bakışları adamı anında susturuverdi. Rivera “Hurra!” dedi ve kapı tıngırdayarak kapandı. Cari tekrar önüne döndüğünde Dubois aralarındaki mesafeninyarısını kapatmış, sınta sırıta öylece dikiliyordu. Saç hizasında açılan bir yaradan akan kan, alnından aşağıya süzülüp burun kemerinin üstünde ikiye ayrılıyor, çenesine doğru koyu kırmızı ikiz çizgiler oluşturuyordu. Saçı, pis sırıtışı ve tuhaf bir biçimde simetrik akan kanıyla tam bir psikozlu palyaço gibiydi. Dubois genizden gelen taşralı konuşmasıyla, “Küçük performansımı görmeye mi geldin, patron?” diye sordu. Cari ses tonunun monotonluğunu bozmadan, “Onun gibi bir şey,” dedi. Dubois klasik dövüş öncesi hareketini yaparak omzunun üzerindeki başını bir sağa bir solayatırdı. “O hâlde ezici sen-sin, ha?” “Ezici mi?” “Buranın kafatası dağıtıcısı. Tam bir ezici gibi görünüyorsun.” Cari muhtemelen haklı olduğunu düşündü. Philly’dekiler onu görseler tanıyamazlardı. Aylar önce, Feniks Adası’na ilk geldiği vakit, bir seksen boyunda, altmış yedi kiloydu. Şimdiyse boyu bir seksen dokuz, kilosuysa doksan üç olmuştu. Orada geçirdiği süre boyunca dövülmüş, yakılmış, kesilmiş ve kurşunlanmıştı. Bu iri cüssesine ve taşıdığı yara izlerine dövüşçü burnu, soyulmuş parmak eklemleri ve göğsünün üstündeki ateş kırmızısı Feniks kuşu hariç her biri simsiyah olan postalları, kargo pantolonu, kolsuz tişörtü veberesinden oluşan Feniks Gücü forması da eklenince gerçekten de yerli bir infazcı gibi görünüyor olmalıydı. “Diyelim ki öyleyim.” Dubois vuruş yapmak üzere olan bir beyzbol oyuncusu gibi pozisyon aldı. “O zaman yapılması gereken belli, birader.” Cari, “Sakin ol,” diyerek ellerini havaya kaldırdı. “Buraya konuşmaya geldim, dövüşmeye değil.” Çocuk pek ikna olmuşa benzemiyordu. “Bu benim ilk kavgam değil, patron. O laflan daha önce de duydum.” Onu konuşturmaya devam et, dedi içinden Cari. “Burası gibi, ezicileri olan çok yer gördün mü?” Dubois sırıtınca Cari ağzının bir tarafında, bir dişinin olmadığınıfark etti. “Ayakkabılarımı bağlayabilecek yaşa geldiğimden beri beni bu tarz yerlere gönderiyorlar. Onlara, beni döner kapılı bir yere gönderin, diyorum çünkü fazla kalmayacağımı biliyorum. Hah, artık valizlerimi boşaltmaya bile uğraşmıyorum.” Cari aralarındaki gerginliği yumuşatacağını düşünerek gülümsedi. Stark ona çocuğu kontrol etmesini söylemişti, benzetmesini değil. Bu Dubois’yı bu denli özel kılan şey neydi ki? Şu ana dek onu diğer altmış sekiz kiloluk ahmaklardan ayıran bir şey görmemişti ve evet, çocuk korkusuzdu fakat sokaklar onun gibi çenesi düşük, kötü saç kesimli veletlerle doluydu. “Eh,” dedi Cari, “burada uzun süre kalmayıplanlasan iyi olur. Kaç yaşındasın?” “On altı buçuk.” Buraya geldiğimde ben de o yaştaydım, diye düşündü Cari. “Benim adım Cari Freeman.” Dubois dikleşip çenesini kaldırdı. “Texarkana Reginald Dubois.” Soyadını du-bua olarak telaffuz etmişti fakat CarFın asıl dikkatini çeken adıydı. “Texarkana mı?” Dubois CarFın sorusuyla gerildi ve Cari, o ismi doğduğundan beri sırtına BENİ TEKMELE etiketi yapıştırılmış gibi taşıyor, diye düşündü. Dubois, “Dedeciğimin adıydı,” dedi.

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Feb 12, 2018 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

 John Dixon / Ölüm Yarışı - Phoenix Island   Where stories live. Discover now