Bana giderek yaklaşıyordu ancak korkmuyordum içimden bir ses kurtuluşumuzun bu varlığın elinde olduğunu fısıldıyordu. Alnımda hissettiğim narin bir dokunuşun ardından gözlerimde bir yanma hissettim. Bu tıpkı Fatıma'nın yaptığı gibiydi ancak güç farkı çok netti böylesine büyük güce sahip iki şey olabilirdi ya bir cin padişahı yada bir rahmani!

Beynimden gözlerime akan yoğun enerji son bulduğunda artık görebiliyordum! Bu mümkünmüydü karşımda gözlerimin içine bakan varlık bir rahmani olabilirmiydi. Ama nasıl olur onu buraya getirmek Mustafa hocanın bile ilmini aşardı. Böyle bir varlığı yardıma çağırabilmek için sıradan bir hüddamdan fazlası gerekir!
Rahmaniler köklü bir toplumdur ve tamamı evliyadır kolay kolay kendilerini göstermezler.

Güçlerinin boyutu o kadar büyüktür ki eğer isterse tek bir hareketi ile Kâbirin bütün kabilesini küle çevirebilir! Hatta şeytanın ta kendisi bile kovulmadan önce rahmanilerden biriydi, yani o kata çıkmaya izinleri var. Yüzünü örten başlığı nedeni ile ifadesini göremiyordum ancak gözlerimin içine baktığını net bir şekilde hissedebiliyordum. Gözlerini benden ayırmadan önce konuştu. " İçinde filizlenen karanlığı görebiliyorum, ona teslim olma insanı insan yapan duygularıdır onlar olmazssa kaybolur, yolundan çıkarsın! Bilesin ki yoldan çıkmışların tek dostu melun şeytandır!"

Daha sonra yanımdan ayrılarak Tahsin'in başına gitti. O kadar hızlıydı ki aramızda bulunan yaklaşık beş metrelik mesafeyi bir adımlıkmışçasına kat ediyordu. Dizlerinin üstüne çökerek sağ elini onun kalbine bastırdığında Tahsin nefes nefese doğruldu. Konuşmamıştı büyük ihtimalle rahmaninin enerjisi ona ağır geldiği için.

Tekrar ayağa kalktığında yüzünü o kabileye döndü. " Ey ateşten olup gözünü kan ve kin bürüyenler, ey Cann'ın yolunda yürüyenler, bilmezmisiniz ki alemlerin rabbi size insana ilişmeyi yasaklamıştır! Bu size ikazimdır, Ahit antlaşmasına uyun, şayet reddederseniz Allahın izni ile hepinizi yakarım!" Sesi öylesine gür ve derindi ki muhattabı ben olmamama rağmen beni bile korkutmuştu. Bana bağlı olan cinler boyun eğmiş ona saygı gösterirken Kâbir'in kabilesi gerilemeye başlamıştı bütün o kudretli gölgeler gerisin geri gidiyorlardı. Biri hariç o diğerleri gibi görünmüyordu fiziksel bir şekile bürünmüştü.

" Ben .... kabilesinden Zubyel El Murtim az evvel yaktıkları ifrit babamdır bizden iki can aldılar. Kana kan kısas isterim!"

" Siz değilmiydiniz ....lardan Hafsa'nın canını alan kısas yerini bulmuştur. Şu halde yinede saldırmaya devam ettiniz babanın başına gelen onun müstehakıdır! Söyleyeceklerim bu kadardır, alemine dönesin ey Zubyel yoksa Allah şahidimdir canını almakta tereddüt etmem!"

Konuşmanın sonu sakin biteceğe benzemiyordu Zubyel'in gözlerinde de tıpkı babasının bakışları vardı. Bu şerli kesinlikle geri durmayacaktı öldürüleceğini biliyor olmalı ama yinede vaz geçmiyordu, bu nasıl bir hırstır.

" Ne senden ne rabbinden korkum yoktur. Bizim soyumuzdansın lakin Adem oğlunun kölesi olmuşsun! Babamız şeytanın yanında bulundun ama ihanete düşmüş ona karşı durursun! Bu insanların canı benimdir!"

" Sana acırım Küfür ile doğdum küfür ile öleceksin! Yazık ki yüce rabbin rahmetine erişenlerden olamayacaksın!"

Öfkeden deliye dönen Zubyel resmen kükreyerek rahmaninin üstüne gelmeye başladığında Yusuf gür sesi ile bağırarak arapça olduğunu tahmin ettiğim bir dilde konuşuyordu. Elini bir anda havaya kaldırdığında az önce kudurmuş bir boğa gibi üstüne gelen ifrit sanki hiç varolmamış gibi ortadan kayboldu geriye sadece bir duman topluluğu kalmıştı.

Rahmanilerin güçlerini daha öncede bir kaç kaynaktan okumuştum ancak bizzat şahit olduğumda anlatılanların hafif kaldığını görebiliyordum. Sadece burada bulunuyor olması bile daha dakikalar öncesine kadar kan hırsı ile üstümüze gelen o koca orduyu geri püskürtmeye yetmişti. Doğal olarak durumdan şikayetçi değildim ancak aklımı kurcalayan bir soru vardı onu buraya getiren neydi?

DAVETDonde viven las historias. Descúbrelo ahora