Yumuşak dokunuşlar bir annenin yüreğinin derinlerinden duyguğu sevgiyle harmanlanmışken panzehir misali oğlunun bedenini zehirli dokunuşlar ve kirli arzulardan arındırıyordu.

Eren, göz kapakları ağırlaşırken,  başında duran kadının son defa avucuna şampuan döküp saçlarını köpürttüğünü hissetti. Saçlarında gezinen nârin eller kafatasını da aşıp zihninde düğüm olmuş düşünceleri tek tek birbirinden ayırıyor gibiydi. Kadının dokunduğu her bir saç telinden Eren'in sinir uçlarına huzur pompalanıyordu resmen.

Yavaşça başını arkaya atarak bir damla gözyaşı daha döktü yeşil gözlü çocuk. O ana kadar bir fırçaydı o. Tüm tuvale kocaman, umut dolu bir gökyüzü çizmek için maviye bürünmüş bir fırça.

Tüm masumiyetini cömertçe tuvalle paylaşmaya gönüllüydü. Ve yaptı da, kendisi solup gidene kadar beyaz kâğıda yükledi benliğini. Sonra işi bittiğinde ise kullanılmaktan siyaha çalmış su dolu bir kaba bırakıldı. Unutuldu orada, geriye kalan solmuş mavisi de yitip gitti. Tekrar varlığı anımsanıp su yüzüne çıktığında ise eski ondan eser kalmamıştı.

Artık tüm dünyayla renkleri paylaşıp güzelleştirebilecek bir fırça değil de anlamsız odundan bir sap gibi hissediyordu. Siyaha bürünmüş bir tahta parçası gibi... O andan itibaren kuru bir dal parçasıydı.

Masum değildi ki artık.

Bundan sonra annesi bir daha onu "Güzel oğlum benim." diye sevebilecek miydi, ya da "Melek yüzlüm benim." diyecek miydi ona?

Babası küçükken hep, "Aslanım benim!" derdi ona. Güzel bir şey yaptığında hep "Beni her geçen gün daha da gururlandırıyorsun Eren." derdi.

Bir daha gurur duyacak mıydı onunla, "İyi ki benim oğlum." diye düşünebilecek miydi içinden?

Peki ya Eren, bununla yaşayabilecek miydi, bir daha kendi gözünde herkesin gördüğü kişi olabilecek miydi?

Levi ne diyordu ki bu duruma, ona acıyor muydu?
Belki de zavallı bulmuştu. Ya da eziğin teki olduğunu düşünmüştü. Haklıydı da, kendini savunmaktan bile aciz bir insanı tutup bir de tebrik mi edecekti?

Tabii ki utanç duyacaktı Erenle arkadaş olduğu için.

Annesi en sonunda tüm bedenini yıkayıp havluyla hafif hafif kuruladığında daha iyi hissediyordu. Hâlâ berbattı ama daha katlanılabilirdi. Göğüs kafesi ve boynundaki morluklar derisini tırnaklamak istemesine sebep oluyordu.

Karşısındaki kadının yeşil gözleri hafifçe dolmuştu. Belli etmeyerek havluyu ince vücûda doladı Carla. Evladına destek olarak odasına kadar götürdü, çürük ve morluklarına iyi gelecek bir  merhem getirmeden önce onu yatağa yatırdı. Geri döndüğünde ise gözlerini tavana dikip elleriyle morluklara hafifçe dokunan Eren'i gördü. Tek kelime bile etmeden ayak ucuna oturdu.

Parmaklarını merheme daldırdıktan sonra yavaşça çocuğa doğru kaydı. Eren ise o esnada odanın etrafında gezdiriyordu bakışlarını. Sanki bir şeyden, birinden, kaçar gibiydi. Göz göze gelmemeye çalışır gibi...

Carla derin bir nefes alıp omzuna dokundu esmer çocuğun. Elinin altında gerilen teni net bir şekilde hissediyordu. Güven vermek için parmaklarıyla hafifçe okşadı orayı. Gözlerine, üzüntüden yer kalmamış olsa da, sevecen bir bakış yerleştirdi ve ninni söyler gibi mırıldanarak Eren'in morluklarını kremlemeye başladı. Canını acıtmamaya özen göstererek yavaşça yapıyordu yapması gerekenleri.

O esnada Carla, kendilerini odanın uzak bir köşesinden anlaşılmaz bakışlarla seyreden adamdan birhaberdi. Boğucu düşünceleri, kafasının içinden başlayıp buzdan surların çevreleridiği gözlerine kadar ulaşmıştı. Soğuk bakışlarının odağını şaşırmasına sebep olacak ufak titremeler göz bebeğini sarsıyordu.

Kirli [Riren|Rivaere]Where stories live. Discover now