Bu ufak başarıya sevinerek ipi kesmeye koyuldum ancak o kadar kalındı ki hiçbir ilerleme kat edemeden kapı tekrar açılmıştı. Önce Nicholas girdi içeri. Ardından da adamları girmeye başlamıştı. Altı kişi ikiye bölünerek sağ ve sol tarafımızda belirli mesafelerde dizildiler. Nicholas da hemen yanıma geçip elini omzuma koydu. "Zamanı geldi." dedi zafer barındıran sesiyle. Sonrasında gözleri karşımızda duran sandalyeye kayınca kaşları çatıldı. Manzarasını bozan bir detaymış gibi onu oradan almasını söyledi adamlarından birine.

Aldığım nefeslere odaklanarak sakin kalmayı denedim ancak bu fazlasıyla zordu. Özellikle iki adam içeri Khairos'u getirdiğinde... Ellerini bağlamışlardı. Gri gözleri beni bulduğunda yüz hatlarına anında rahatlama işledi. Benim için ise durum tam tersiydi. Kalbim endişeyle kasılırken dudaklarımı birbirine bastırmıştım.

Khairos'un gözleri Nicholas'ın omzumda duran eline kaydı ve çenesini sıktı. "Dokunma ona." dedi kesin bir tavırla.

Nicholas kımıldamamıştı bile. "Bana emir verebileceğini mi sanıyorsun cidden?" Sesi beklemediğim kadar sakindi ama artık bu tarz konuların içten içe onu delirttiğini biliyordum.

Omzumu iplerin izin verdiği ölçüde hızla çekip elinden kurtardım. Bana bakarken kaşları çatılmıştı. "Sırf seni bu halde bıraktığım için onun tarafına mı geçeceksin tekrar?" Sesine inanamazlık hakimdi. Cevap vermemi beklemeden Khairos'a döndü. "Seni çok kolay sattığını biliyor muydun, Lycaon? Kaybedeceğini anladığı an benim tarafıma geçtiğini?"

Khairos alaycı bir tavırla gülmeye başladı. "Gerçekten buna kanacak kadar aptal mısın? İpleri çözdüğün an senden kurtulmak için öyle yapmış olmasın?"

Nicholas öfkeyle dişlerini gıcırdattı. "Sen ne hakla benimle böyle konuşursun?" Adamlarına yaptığı bir baş hareketiyle Khairos'a diz çöktürtmüştü zorla. Yine de Khairos'un yüzündeki alay silinmemişti.

Bu defa kendimi tutmak istemedim, hiçbir işime yaramazdı artık. "Az kalsın çözecekti de..." dedim gri gözlerine bakarak. İçinde bulunduğu duruma rağmen dudakları kıvrıldı.

Nicholas öfkeyle elini boğazıma sarıp sıktı, diğer eli de düşmesini engellemek adına sandalyenin sırtındaydı. Nefesim anında kesilirken Khairos'un öne doğru atıldığını sadece göz ucuyla görebilmiştim. "Bırak onu!" diye haykırmıştı aynı zamanda ama Nicholas takmadı, zaten adamları onu tutuyorlardı. Ben ise hiçbir korku belirtisi göstermeden gözlerimi koyu gözlerine dikmiştim.

Zorla da olsa "Senin gibi aşağılık birinin-" diye konuşmaya başladım ama daha fazla sıkmasıyla devam edememiştim. "Durma." dedim güçlükle. O ise aksini yapıp elini gevşetti, gözlerinde hain bir parıltı belirmişti. Ben nefesimi düzene sokmaya çalışırken öfkeyle bağırmayı henüz kesmiş olan Khairos'a döndü.

"Ona çok mu güveniyorsun?" diye sordu Nicholas. "Senden sakladığı sırlardan haberin var mı?"

Khairos cevap vermedi, tüm hiddetiyle ona bakmayı sürdürüyordu. Muhtemelen zaten bildiği şeylerden bahsettiğini sanıyordu.

Nicholas başını iki yana salladı ve devam etti konuşmaya. "Zaten çıkarları için senin yanındaydı. Sen kralın gayri meşru oğlu olduğun için."

Khairos'un kaşları daha da çatılırken Nicholas'ın adamları şaşkınlık içerisindeydi. Gerçekten onların bilmesini umursamayacak kadar kendini kanıtlama çabası içerisinde miydi? Bizi öldürecek olabilirdi ama bu adamların hepsini gömmediği sürece bir dedikodu usulca yayılacaktı. Belki kimse inanmayacaktı ama böyle bir duyum içerisine girmeye bile gerek yoktu.

"Ne saçmalıyorsun?" diye sordu Khairos. İnanıyor gibi durmuyordu.

"Annenin babamın yatağına girmesinden bahsediyorum." dedi Nicholas yüzünü tiksintiyle buruşturarak. "Senin ne olduğundan..."

ElisyaWhere stories live. Discover now