Bölüm 39.2 ✷

7.1K 638 185
                                    

Finalden önceki son bölüm... Sadece ben mi tuhaf ve hüzünlü hissediyorum?

İyi okumalar.

xXx

"Leydim." diyen ses kulaklarıma ulaştığında yüzüme dokunan parmakları fark ettim ve gözlerimi araladım. Görmek istediğim kişi Khairos'tu, sesini duymak istediğimde oydu. Karşımda duran ise Nicholas'tı.

Kendime gelmeye çalışırken yüzümü yapabildiğim ölçüde elinden uzağa çektim. Gözlerimi kırpıştırırken uğursuz bir baş ağrısı düşünmemi bile engelliyordu. Fakat neler olduğunun farkında olmamak imkansızdı.

"Bunun için üzgünüm." dediğinde sesi söylediğinin aksine umursamazdı.

"Senin tarafında olanlara ne kadar da iyi davranıyorsun öyle?" diye sordum iğneleyici bir tonlamayla. Başımı kaldırıp ona hissettiğim öfkeyi tamamen gizlemeden baktım.

Omuz silkti. "Bunu yapmalarının gereksiz olduğunu söylemeyi unutmuşum sadece."

Cevap vermedim. Ne de olsa aynı taraftaymış gibi rol yapmak pek işe yaramıyordu. Son bir ümitle pencereye doğru baktım. Sabahın erken saatlerindeysek son bir umut parçasının bedenimi ele geçirmesine izin verebilirdim.

"Öğle zamanında mıyız? O ilaç neydi de bu kadar etkili oldu?" diye sordum. Aslında saate dair hiçbir fikrim yoktu, ağaçlar dışında bir şey pek görünmüyordu bile. Sadece ortaya bir yem atmıştım.

Karşımdaki sandalyeye rahatça oturdu. "Bilmiyorum. Ben sadece zamanı gelinceye kadar seni uyutmalarını istemiştim." diye yanıtladı beni. Saati inkar etmemişti.

Kahretsin.

Sırıttı. "Güzel haberlerim var. Lycaon tanık ile buraya geliyor."

Tepki vermek istemesem de dudaklarım tek bir çizgi halinde gerilmişti. Sevdiğim adam benim için hayatından vazgeçmişti ve bu aldığım soluğun boğazımda takılı kalmasına neden oluyordu.

"Buna pek de sevinmiş gibi durmuyorsun." dedi Nicholas kaşlarını kaldırarak. Artık gülmüyordu.

"Lycaon'un tarafında olduğum süreçte bana hiç zarar vermemişti. Aldığım kararı sorguluyorum şu anda." dedim sinirimi buna yansıtarak.

Bir an için gözlerinde gördüğüm hayal kırıklığı oldu fakat bir saniye sonrasında yerini öfkeye bırakmıştı. Çenesini sıkıyordu. "Ben sana şans verecek yüceliği yapıyorum ama sen ufak bir sorunu bile kaldıramıyor musun?" Başını inanamazlıkla iki yana salladı. "Daha zeki olduğunu düşünmüştüm."

Dişlerimi birbirine bastırarak sessiz kaldım. Şu an öfkemi dışavurmamın sırası değildi, bana hiçbir yardımı olmazdı. Son ana kadar elimdeki kozu bırakmamalıydım, işime yarayacağı bir an bulabilirdim. Yine de ağzımdan onun tarafında olduğumu belirten kelimeler çıkmadı, söyleyemedim.

Sessizliğim karşısında sakinleşmek ister gibi gözlerini yumdu. Açtığında koyu gözleri daha dingindi. "Pekala." dedi. "Lycaon öldüğünde ya bana katılacaksın ya da sen de onunla birlikte gideceksin."

Ona ikinci seçeneği seçeceğimi, onun o iğrenç kişiliğine bir an bile katlanamayacağımı söylemek istedim. Ona katılmayı sadece eziyet ederek öldürmek için kabul ederdim. Bunlarla birlikte tüm düşüncelerimi haykırıp pisliğin tekisin, diyebilirdim. Ancak yaptığım bir kez daha susmak oldu. Böyle durumlarda öfkemi kusarak işleri kötüleştirmeyecek kadar kontrollüydüm.

Yerinden kalkıp gitti. Ben de bir kez daha bilekliğime ulaşmaya çalıştım. Uğraşmaktan ellerimdeki kemiklerime ve eklemlerine ağrı giriyordu artık. Yine de vazgeçmedim, sonunda bilekliğimdeki ince ipi yakalayabildim. Onu usulca çektiğimde ok ucunu koyduktan sonra geçici olarak kapadığım açıklık kolayca açılmıştı ve içindekinin elime düşmesini sağlamıştı.

ElisyaWhere stories live. Discover now