BÖLÜM 9

479 40 1
                                    

MERHABA KORKU SEVEN OKUYUCU DOSTLARIM. KORKU HİKAYEMİZİN YENİ BÖLÜMÜ SİZLERLE. HİKAYENİN KONUSUNDA BİRKAÇ BÖLÜM İÇİNDE, ÜRKÜTÜCÜ ANLARA ŞAHİT OLACAKSINIZ. KARAKTERLERİMİZ ARTIK, OLAYLAR İLE İLGİLİ ÇÖZÜM SÜRECİNE BAŞLAYACAK. UMMADIKLARI GERÇEKLERLE KARŞILAŞACAKLAR. İYİ OKUMALAR DİLİYORUM...

Temizlik yapmak, otları yolmak amacıyla gittiğimiz o alan, rüyamda gördüğüm yerin ta kendisiydi. Bunu kalabalığa rağmen hissetmiş ve anlamıştım. Hayatımda yaşamadığım şeyleri yaşıyor, rüyamda gördüğüm yeri karşımda görüyordum. Olur olmaz anlarda, korkutucu siluetler görüyor ve sesler duyuyordum. Artık yıpranmaya başlamıştım. Bu sebeple bir an önce bu sorundan kurtulmak istiyordum. Ancak yapacağım, yapabileceğim ne var bilmiyordum henüz. O yerin, rüyamda gördüğüm yer olduğunu farkedince, İlyas'ı kolundan tutarak kenara çektim. Herkesin içinde bunu söylemek akıl işi değildi. Bu yüzden sessizce ve farkettirmeden konuşmak istemiştim. İlyas bir anda değişen tutumuma anlam verememiş, ancak mutlaka sebebini tahmin etmişti. Ne olduğunu öğrenmek adına kulağıma doğru eğildi ve sordu:


- Hayırdır lan, noldu?
- Burası rüyamda gördüğüm yer.
- Nasıl ya? Ciddi misin gerçekten? Burası derken neresi? Ne tarafı gördün rüyanda?


Çocuk haklı olarak birçok soru yöneltiyor ve cevap vermemi bekliyordu. Merakını gidermek için kısa ve öz bir cümle kurmuştum:

- Bu alanın tamamı işte.

İlyas şaşkın bakışlarını etrafa çevirdi. O bölgeyi kısaca seyretti ve bana döndü:

- Gel biraz ilerleyelim bakalım. Kapıdan falan bahsetmiştin sen. Buralarda var mı öyle bir kapı, bir bakalım.
- Tamam.


İlyas'la birlikte otları üstün körü yolarak ilerlemeye başladık. Kimsenin tuhaf hallerimizi farketmesini istemiyorduk. En azından bir ispat, elle tutulan bir şey bulana kadar böyle olmalıydı. Bir süre otları yolarak yola devam ettik. Bu esnada etrafı kolaçan ediyor, bir kapı var mı görmeye çalışıyorduk. Rüyamda da gördüğüm o kapıyı farketmem çok zaman almamıştı. Biraz daha ilerde içerlek bir alan olduğunu gördüm. Boylu boyunca uzanan ve tahminimce koğuş olarak kullanılan binaların arasında yer alıyordu. Kapıyı görmeden orda olduğunu anlamıştım. Hemen İlyas'ı dürttüm ve söze girdim:

- Aha, işte orası!
- Emin misin oğlum? Kapı görünmüyor da henüz.
- Rüyasını gördüğüm şey lan. Nasıl emin olmam? Orası işte, eminim.


İlyas ve ben ot yolmayı bir kenara bırakarak, o kalabalığa rağmen ürkek adımlar atıyor ve kapıya doğru ilerliyorduk. Ürkek olmamız gayet doğaldı. Çünkü kim böyle şeyler yaşardı ki? İlerlediğimiz ve içerlek bölgeye geldiğimiz an, tahminim doğrulanmıştı. İçerde arka kısma açılan, büyük ve gri bir demir kapı vardı. Kapının bir kanadı açıktı ve ardında neler olduğu görünüyordu. İlgi çekici bir şey yok gibiydi. Arkası da yeşillik ve ormanlık bir alandı. Muhtemelen diğer kısımdan gittiğimiz, atış alanlarına çıkıyordu. İlyas bana, ben İlyas'a bakıp kalmıştık. İlyas şaşkınlığını gizleyemiyordu. Sonuçta rüyamda gördüğüm bir yeri, birebir gösteriyordum ona. Hemen kulağına eğildim ve sessizce fısıldadım:

- Şimdi giremeyiz, dikkat çeker. Komutanlar görürse inceleme fırsatımız olmaz zaten.
- Tamam, tamam. Doğru bir zamanda gelir bakarız o zaman.


İlyas'ın dediği gibi, doğru bir an kollayacak ve ilginç bir şey var mı, gelip bakacaktık. Hemen işimizin başına döndük. Daha fazla orada kalamamıştım. İlk ot yolmaya başladığımız yere doğru ilerledim. Derin bir nefes alıp vermiştim istemeden. Çünkü gerçekten bunalmıştım, anlam veremediğim olayların olup bitmesinden. Ot yolmaya devam ederken, buraya gece gelip gelemeyeceğimiz geldi aklıma. Nöbetçi komutana yakalanmadan gelip bakabilir miydik? Gecenin bir yarısı zaten korktuğumuz bir olayın içine girmek mantıklı olur muydu? Bunları da düşünmeden edemiyordum. Ancak gün içinde rahat kaldığımız zaman yok gibiydi. Bu nedenle gece vakti çok zamanımız olabilir, koğuş nöbetçisini kafaya alıp çıkabilirdik. En azından askerler yatağında yok muhabbeti dönmezdi. Bunun için tanıdık bir askerin koğuş nöbetinde olduğu zamanı beklemeliydik.

Bir süre daha devam ettikten sonra, o bölgeyi temizlemiştik. Ot, çöp ne varsa ortadan kalkmıştı. Komutanın ikna olmasıyla birlikte, herkes sırasına geçti. Yine uygun adımda eğitim alanına dönme vaktimiz gelmişti. Çünkü akşam içtiması alınacak ve bu içtima alınmadan serbest kalınmayacaktı. Saat akşam üzeri 18.00 civarıydı. İçtimaya dakikalar kalmış, koskoca alanda tüm bölükler birleşmiştik. Çok geçmeden alay komutanı gelmişti. Birazını dinlediğimiz, birazını ise kulağımızın takmadığı uzun cümlelerinin ardından içtima bitmişti. Yine uygun adımda yemekhanelere doğru yola çıktık. Uygun adım, belirli bir sıra düzeninde yapılan ve tüm askerlerin aynı anda aynı ayaklarıyla bastığı bir yürüyüş şekliydi. Serbest zamanlarımız dışında bu şekilde yürümeye alışmıştık. Bu yürüyüşün yemin töreni geçişinde bize büyük faydası olacağını öğrenmiştik. Bir süre sonra yemekhaneler görünmüş, o uzun yolu nihayet bitirmiştik. Her zaman olduğu gibi yemek saatine kadar boş bırakılmıştık. Altı üstü yarım saat kadar boş kalacak olmamıza rağmen, o bile rahatlatıyordu hepimizi. Çünkü baskı altından kurtulmuş hissediyor, emir dışında işlerimizi de hallediyorduk. Fırsat bu fırsat diyerek ankesörlü telefonlara doğru koştum. Henüz sıra oluşmamıştı. 5 tane ankesörlü telefon olmasına rağmen, yüzlerce askerin telefon ihtiyacı olduğunu düşününce kalabalık olması gerekiyordu. Gerçi alayın çevresine yayılmış, onlarca telefon kulübesi de mevcuttu. Yemekhanenin karşısında olduğu için, diğerlerine gitmeyi tercih etmezdik. Bazen de gazinoya doğru yol alır, hem sohbet eder hem de gazinonun çevresindeki telefonları kullanmış olurduk. Kısa süreli bir görüşmenin ardından aileme veda etmiş, telefonu kapatmıştım. Birkaç tanıdık arkadaşın oturduğu masalara doğru ilerledim. Kraker, bisküvi vb. şeyler alıp oturmuşlardı. Anlaşılan yemeğe girmeyeceklerdi. Haklı oldukları günler olmuyor değildi. Menüde güzel yemekler çıktığı gibi, ağız tadına layık görülmeyen yemekler de olabiliyordu. Hemen yanlarına oturdum ve güleryüzle sohbete daldım:

- Napıyorsunuz millet?
- Gel Erhan gel. Napalım ya? Yemeğe girmeyelim dedik, aldık bir şeyler. Gel çök sende girmeyeceksen.
- Bilmiyorum ki ya! Belki girmem bende. Durun kantinden bir çay, kola falan alayım geliyorum.


Hemen ankesörlü telefonların dibinde bulunan kantinden, birkaç paket bisküvi ve çok sevdiğim için vazgeçemediğim çayımı almıştım. Tekrar yanlarına döndüm. Bugün bende girmemeye karar vermiştim. Hergün yemekhane sırası çekilmiyordu doğrusu. Uzun uzun sohbet ederek, yiyeceklerimizi yemiştik.

Yemek karmaşası bittikten sonra, grup halinde içecek bir şeyler alıp serbest vaktimizi değerlendirmeye başladık. Alay komutanlığının içinde internet cafemiz vardı. Ancak pek tercih etmiyorduk. Eski ve ağır bilgisayarlarda 1 saat bile rahat oturamadığımızı düşününce, tercih edilmemesine şaşmamalı. Artık hava kararmaya başlamış ve gece yüzünü iyiden iyiye göstermişti. Bizde gecenin güzelliğini, bahçedeki ağaçlardan gelen böcek sesleriyle yaşıyorduk. Ertesi gün gece eğitimi olacağı için, geç saatlere kadar eğitim alanında olacaktık. Bu nedenle bu gecenin keyfini çıkarmak en mantıklısıydı. Ertesi gece alacağımız gece eğitimi, eğitim olmaktan çıkacak ve birkaçımız için korku dolu bir hal alacaktı. Ancak o an için kimsenin bundan haberi yoktu...


ASKERDEМесто, где живут истории. Откройте их для себя