Dehşetin Derinliklerinde 3

1.3K 36 2
                                    

     Kaynağı, geçitlerde dolanıp duran hava akımı mı, yoksa şeytani bir varlık mı bilmiyordum fakat dehlizin derinliklerinden gelen, insanın kalbini umutsuzluk ve korku duygularıyla dolduran bir uğultu duyuluyordu. Gittikçe daha da daralan geçitte bir süre sonra ancak emekleyerek ilerleyebildim. Duyduğum sesler artık belli belirsiz böğürtü seslerini andırmaya başlamıştı. Yerde ara sıra, şuraya buraya dağılmış, neye ait olduğunu anlayamadığım kemik parçaları görüyordum. Daha da daralan geçitte artık emekleyerek ilerlemenin imkanı kalmadığı bir noktadan sonra sürünmeye başladım. Giderek daha da havasızlaşan, boğucu ve tozlu geçitte zar zor ilerlemeye çalışırken; İdris’i kurtarmaya çalışma fikrinin ne kadar aptalca verilmiş bir karar olduğunu fark ettim; ama sürünmek için bile zar zor hareket edebildiğim geçitte geri dönebilmemin artık imkanı yoktu. Pilleri zayıflayan el fenerinin ışığı gittikçe daha cılızlaşıyordu; zaman zaman sönen ışık, fenerin arkasını geçitin taş yüzeyine vurunca, her seferinde bir öncekinden daha zayıf bir şekilde ve daha kısa süreli yanıyordu. Bir süre daha süründükten sonra fenerin pilleri tamamen bitti. Yukarıdaki dünyayla tek bağlantım olan o taşa oyulmuş dar geçitin, daha da sıkışmam sonucunda ilerleyemeyeceğim ya da karşımda bir engelle karşılaşabileceğim olasılığıyla benim mezarım olabileceği düşüncesi tüylerimi ürpertiyordu. Öte yandan; İdris’i o dehlize çeken şey her neyse, bu hayatta karşılaşmak isteyeceğim son şeydi. Aklım bu düşüncelerle meşgulken cebimdeki telefonu hatırladım. İçinde süründüğüm dehliz o kadar dardı ki elimi pantolonumun cebine zorlukla götürebildim. Telefonun ışığıyla ilerlerken duyduğum uğultular kesilmişti. Bir süre sonra geçitin ucunda belli belirsiz titreyen bir ışık görür gibi olmam, yüzeye yaklaşmış olduğumu düşünmeme neden oldu. İlerledikçe ışık daha belirginleşti ve iyice yaklaştığımda çıkışın, başka büyük bir koridorun yan duvarlarından birine açıldığını fark ettim; fakat ışığın kaynağının ne olabileceği konusunda hiçbir tahmin yürütemiyordum. Tam çıkmaya hazırlanırken insan ve sığır sesleri duydum. Seslerin, bilmediğim bir dilde hep bir ağızdan söylenen uğursuz bir ayinin ilahilerine benzemesi; olduğum yerde, kendimi onlara fark ettirmeden beklememe neden oldu. Az sonra önümdeki koridordan, ellerinde meşaleler tutan ve yürümeye zorladıkları sığırların yularlarını çeken insanlardan oluşan bir bedevi grubunun geçtiğini gördüm. Geldikleri yönde yüzeye açılan ve sığırların geçebileceği kadar geniş bir geçit olmalıydı fakat ben; grup geçişini tamamlayıp, arayı bir hayli açtıktan sonra koridora indim ve onları gizlice takip etmeye başladım. İleride koridorun açıldığı, büyük sütunlarla dolu, geniş bir salona girdiler. Ben de salonun girişinde gizlenip onları izledim. Salonun ortasında bulunan, çapı yaklaşık 5 metre olan bir kuyunun etrafında toplandıktan sonra dualar okuyarak sığırların boğazını kestiler. Sonra içlerinden 3 kişi gruptan ayrılıp öne çıktı ve kuyuya iyice yaklaşarak, kollarını iki yana açıp beklemeye başladı. 

     O sırada, olan biteni daha yakından görebilmek için eğilerek sessizce, içerideki sütünlardan birinin arkasına ilerledim. Kesilen sığırların kanları kuyunun içine süzüldükten kısa süre sonra kuyunun içinden; derilerinin rengi yerdeki döşeme taşlarının renginde olan ancak tonları sürekli değişen, vücutları insana benzeyen fakat her birinin başı farklı bir hayvanınkini andıran 3 tane yaratık çıktı. Bunlardan ikisinin başı köpeğe, birininki ise koyuna benziyordu. Boyunlarının çevresinde, zarımsı yapıda bir yelpazeye benzeyen kocaman yakaları olan bu yaratıklar dört ayak üstünde hareket ediyordu; fakat gördüğüm kadarıyla ara sıra iki ayakları üzerinde doğrularak da yürüyebiliyorlardı. Onlar böğürerek ve tıslayarak, kuyunun yanında bekleyen 3 kişiye doğru ilerlerken; bedeviler hep bir ağızdan yüksek sesle dualar okuyordu. O an bir cehennemin ortasına düşmüş olduğumu fark ettim. Zaten bulunduğum yer, Mısır’ın günahkar ruhlarının ceza çekmeleri için gönderildiği yeraltı dünyası değil miydi? Yaratıklar yavaş yavaş yürürken aniden, kuyunun yanında bekleyen adamların üzerine atladı. Ben saklandığım yerden bu dehşete tanıklık ederken, arkamdan gelen bir tıslama sesi duydum ve arkamı döndüğümde karşımda o yaratıklardan birini gördüm. Ani bir hareketle üzerime atlayınca sırt üstü yere düştüm. Keskin pençeleriyle omuzlarımı kavramıştı ve derisinin renkleri, bir kamuflajcı hayvanın derisinin renkleri gibi sürekli değişip duruyordu. Ben ondan kurtulmak için çırpındıkça, pençelerini omuzlarıma daha da çok geçiriyordu. Kocaman gözleri, küçük bir ağzı olan yaratığın boynunun çevresinde bulunan ve zarımsı bir yelpazeye benzeyen yakaları aniden gerilerek açıldı ve başının üzerine doğru kapandı. Daha sonra yüzünün olduğu kısım, bir oyun hamuru gibi eğilip büküldü ve yakaları tekrar eski konumuna gelince; üzerinden jölemsi bir sıvı süzülen yüzünün, benim yüzümün bir taklidi gördüm. Ağzının içinden kıvrılarak uzayan ince, siyah ve ucu sivri bir uzantı, burunumun içine girip beynime doğru ilerlemeye başladı. O anda vücudum zangır zangır titremeye başladı. Muhtemelen beynime salgılamış olduğu bir kimyasal nedeniyle vücudumu hareket ettiremiyordum. Daha sonra keskin pençesiyle karnıma bir kesik attı ve açılan kısma, bir tavuk yumurtası büyüklüğündeki yumurtasını bıraktıktan sonra; dışarı taşmaya başlayan iç organlarımla beraber onu pençesiyle karnımın içine itti. Ağzından salgıladığı kalın bir şerit halindeki ipekle, karnımın açılan kısmını yapıştırdı ve beni ön ayaklarıyla havaya kaldırıp, arka ayaklarıyla yuvarlayarak kısa süre içinde tüm vücudumu o ipek şeritlerle sardı.

     Kendime geldiğimde kanımın beynime hücum etmesinden ve hissettiğim küçük salınım hareketlerinden anladığım kadarıyla, bir yere ayaklarımdan bağlanmış vaziyette baş aşağı sallananıyordum. Vücudumun her yeri gibi gözlerim de bağlıydı ve sargıların arasından güçlükle nefes alabiliyordum. Çevremden iniltiler ve çığlıklar duyuyordum. Anladığım kadarıyla bu, taklitçi bir yaratıktı. Avının ya da düşmanlarının hem rengini, hem de yüzünü böylesine taklit edebilen organik bir mekanizma bu dünyaya ait olamazdı. Bu, Eski Mısır’ın hayvan başlı tanrılarını, insan yüzlü sfenksleri çok iyi açıklıyordu. Muhtemelen yumurtasının içinden çıkacak olan şey, beslenmek için canlı dokulara ihtiyaç duyuyordu. Büyük ihtimalle yumurta kırılana kadar felç edici kimyasalın etkisi devam ediyordu. Ben bunları düşünürken vücudumun yıllar önce narkoza direnç gösterdiği aklıma gelmişti. Biraz zorladıktan sonra parmak uçlarımı güçlükle hareket ettirebildiğimi fark ettim. Ama karşı koymam gereken şey sadece felç edici kimyasalın etkisi değildi; bedenimi sıkı sıkı saran ve hareket kabiliyetimi engelleyen ipek şehitlerinden de kurtulmak gerekiyordu. Sonra aklıma; o ısrarcı esnafın bana satmış olduğu, Thoth işlemeli çakı geldi. Çakı pantolonumum sağ cebindeydi ve zaten ellerim cebimin üzerinde durur vaziyette bu şeritlere sarılmıştım. Büyük uğraşlar sonucu elimi cebine götürebildim fakat bıçağı, zaten kısmen hissiz olan tek elimle ve o sargılar beni sıkarken açmak, benim için daha zor oldu.Bıçağın keskin yüzeyini, elimin hemen üzerinden geçen şeritlere sürtmeye başladım. Çevremden duyduğum; acı çeken insanların inilti ve çığlıkları, zaman zaman umudumu yitirmeme neden oluyordu fakat bir süre sonra kendimi toparlayıp tekrar sürtmeye devam ediyordum. Bir süre sonra şeridin kesilip gevşediğini fark ettim. Kolumu kozadan dışarıdan çıkarıp sol kolumu bağlayan şeritleri de kesmeye başladım ve İki kolum da serbest kalınca yüzümdeki şeritleri kestim fakat zifiri karanlıkta hiçbir şey göremiyordum

Türkiye'de Yaşanmış Cin ve Hayalet Olayları 4 Onde histórias criam vida. Descubra agora