Bölüm Üç: ZEHR-İ PANZEHİR

424 104 312
                                    

Multimedya'daki çalışma için Zeynep Özcan'a çok teşekkür ederim.

Düzenlenmiştir.

Göz kapaklarını yavaşça kaldırarak önceden her erkeği etkileyebilen, kahvenin en güzel tonuyla bezenmiş olan gözlerini ortaya çıkardı genç kız.

Etrafına baktığında içerde ilaç hazırlayan hemşireyi gördü.
"Sonunda uyandınız. Uyanmanızı bekliyordum. Lütfen kolunuzu açar mısınız?

Her ne kadar hemşireler ona iyi davransa da, Hayal hemşireleri sevmiyordu. Oysa tıp fakültesinde okumak en büyük hayaliydi. Onu bu hayalinden vazgeçiren şey ise hiç şüphesiz kaldığı bu hastaneydi.

Daha fazla sese maruz kalmamak adına hızlıca geceliğinin kolunu sıyırdı.
Hemşire, yanına yanaşıp iğneyi yavaşça koluna batırdı. Eli hafifti bu seferkinin. Diğerleri gibi saplamamıştı iğneyi narin vücuduna. Yaka kartından isminin Gizem olduğunu gördü. Gizem, ilaç tepsisini toparlayarak odadan çıktı. Yine yalnızlığıyla başbaşa kalmıştı.

Yalnızlık, kimi zaman ihtiyaç duyulan bir panzehir, kimi zaman ise içine sinsice işleyen bir zehir gibiydi.

Hayal, bu hastaneye esir olmadan önce müzik dinlemeyi çok severdi. Fakat geldiğinden bu yana hiç müzik dinleyememişti. Müziğin ruhu dinlendirdiği pek çok kaynak tarafından onaylanmış bir teoriydi fakat müzik dinlemek, şu sıralar düşüneceği en son şeydi.

Birden aklına müzik çaları geldi. Hızlıca yataktan inip dolabını açtı. Çift kapılı ve beyaz dolabının kapaklarını açtı. Alt kısımda bulunan valizini biraz zorlanarak da olsa kaldırdı. Burada yerinin geçici olduğunu düşündürmesi için hiç bir elbisesini astırmamıştı. Elindeki valizi, yatağının ayak ucu kısmında bulunan -yemek masası olarak kullandığı- masanın üzerine koydu. Daha sonra valizi açarak içindeki her şeyi boşalttı. En alt kısmında bulunan kumaşın kenarındaki yırtığı, parmaklarını kullanarak biraz daha büyüttü. Sonunda görünmüştü. Gizlice koyduğu müzik çalarını aldı ve hemen önündeki yatağının yorganının altına sıkıştırdı. Valizini hızlıca toparlayarak dolabına tıktı.

Yatağa girmeden önce müzik çaları aldı. Yatağa girince ise elinde sımsıkı tuttuğu ve can sıkıntısına çözüm olabilecek şeye bakarak gülümsedi. Açma tuşuna bastı. Özel üretim bir müzik çalardı bu. Babası, Katar'dan özel olarak getirmişti. Diğerlerinden farkı: sesi hem dışarı verilebiliyor hem de kulaklık gerekmeden de kullanılabiliyor oluşuydu.

Evden çıkarken aceleyle kardeşinin hafıza kartını almış olmalıydı. Kendi listesindeki şarkılarla çok alakasız şeyler vardı. İsimlerinden tahmin yürütmek istedi. Tanıdık bir isim gözüne çarptı. Tarkan. Kendisi bu tarzda pek dinlemezdi. Daha çok keşfedilmemiş grupların şarkıları onu çekerdi. Bu gruplarda genel olarak jazz veya blue tarz şarkılar söylüyordu. İsmi en ilginç gelen şarkıyı açtı. "Yolla diye şarkı ismi mi olurmuş? Komik bir şey herhalde." diye düşündü. Oynat tuşuna basarak hoparlörü açtı.

Çalmaya başlayan şarkının sözleri her ne kadar hayatın acımasız gerçeklerini yüze vuruyorsa, o kadar da neşeli bir melodisi vardı. Kendi ile bağdaştırdı bu şarkıyı. Hayalet'ten önceki neşeli ve huzurlu yaşamı şarkının melodisiyle, Hayalet'ten sonra meydana gelen hüzün ve korku dolu yaşamı ise şarkının sözleriyle örtüşüyordu.

"Yolla, yolla kaderim yolla acıları bana yolla,
Ne de olsa dert babasıyım ya ben.
Vur ya, düşene bir de sen vur ya,
Ne de olsa sabır taşıyım ya ben."

Birden şarkıya eşlik etmeye başladığını fark etti. Keyfi yerine geliyordu açıkçası. Ama hayaletin gelme ihtimali acı bir gerçek gibi yüzüne vurdu.
Bu sefer mutluluğunu bozmadı aksine daha da neşelenerek hayaletin gelmesini sağlayacaktı. Bu sayede onunla konuşup, neden peşinde olduğunu öğrenebilirdi.
Müziğin sesini açtı. Yatağından kalkıp bildiği tüm hareketleri sergileyerek dans etmeye başladı. Kahverengi, uzun ve dalgalı saçlarını savurarak dansına devam etti.

Karanlığa Fısılda (belki bir gün devam eder...)Where stories live. Discover now