prolog

1.2K 63 59
                                    

"Harbiden ciddiymişsin... Şaka yapmıyormuşsun... Abi nasıl ya, lütfen bana aslında sağdaki dükkana girecektik de."" ayağımın altında gıcırdayan parkelere adım atarken söyledim, akut astım hastası birini öldürebilecek boyutta olan rutubet kokusu ciğerlerime doluyordu. Eski, oldukça bakımsız, tam ortasında minderi delinmiş bir sandalyeden başka hiçbir şey bulunmayan bir dükkandı burası, benden yaşça büyük kuzenim Junmyeon burayı mezun olduktan sonra kafe olarak işletme umuduyla kiralamıştı. Kararına çok karşı çıkmış, okulunun en başarılı öğrencilerinden biriyken planladığı bu şeyi anlamsız bulmuştum. Ama işte, aile tam olarak böyle bir şey. Birlikte büyüdüğümüz yılların hatrından bahsederek demagojiye başvurmuş ve beni bir şekilde ikna etmişti. Kollarını iki yana açmış, sanki koca dükkanı tek başına inşa etmiş gibi gülümsüyor, bir yandan da benim surat ifademi okumaya çalışıyordu.

"Eee Baekhyun? Ne düşünüyorsun? Baya büyük dimi?"

Masaları bile yerleştiremeden, daha ortalığı temizlerken, ben yerleri ciflerken panikleyip pişman olacaktı ve bu kafe işletme işinden cayacaktı, tam olarak bunu düşünüyordum. Yalan söylemenin bir anlamı yoktu.

"Yalan söylemeyeceğim hyung, düşüncelerim değişmedi." cevabımla omuz silkti, kararından bu kadar emin olmasına, onun içine şüphe kırıntısı düşürememiş olmama sinir oldum. Çünkü kaybedecek hiçbir şeyi yoktu. Çünkü yapmayı düşündüğü şey ne kadar büyük bir sorumluluk, radikal bir karar olursa olsun, başarısız olursa önüne bakabilecekti, o bunun için bir çift ayakkabı almaktan farksızdı. Hem takdir ediyor, hem de böylesine dönüm noktası olabilecek türden bir değişikliği mantıklı bulmuyordum.

"Aman be , senin de fikrini soran da kabahat." dediğine gözlerimi devirdim, kabarıklığından kanatlanıp uçmaya başlayacak, kirden rengi belli olmayan parkelere baktığında morali nasıl bozulmuyordu, hiç bilmiyordum. "Sohye de senin kadar heyecanlı mı ya?" dedim gıcık gıcık, tezgahın kenarından sıyrıldığım için pantolonumun üstüne yapışan toz yığınını sirkelerken.

 "Sohye mi? O benden daha heyecanlı, duvar kağıtlarıyla bizzat kendisi ilgilenmek istedi. Telefonuma kaç tane duvar kağıdı fotoğrafı indirmek zorunda kaldığımı hayal bile edemezsin."

"Koyu bir renk falan seçin bari, küfü kapatsın." çok keskin, had bildirici olduğu sandığı sinirli bakışına gülmemeye çalıştım, bu herif gerçekten doğru düzgün sinirlenemiyordu. Kendi kendine bir şeyler homurdandıktan sonra bir elini çenesine yerleştirip işaret parmağıyla kafenin içinde hayali bir şeyler çizdi, güya neyi nereye koyacağının planını yapıyordu. "Temizlik ve duvar kağıtlarıyla olan işimiz bittiğinde gerekli olan her şey elimize ulaşmış olacak, koltukları da şuraya mı koysak diyordum, senc-"

"Temizlik bittiğinde mi? On iki buçuk sene sonrasından falan mı bahsediyorsun yani?" elini kaldırıp bana vurmaya kalktığında gülerek ondan uzaklaştım; birilerine özellikle de bana sinirlenmeyi asla beceremeyen biriydi. Yardım etmeye gerçekten hiç gönlüm yoktu, eve gidip kendime büyük boy pizza söyleyip sabahın dördüne kadar oyun oynamak istiyordum belki de ama, bir eli çenesinde kendi kendine hesaplama yapmaya çalışan Junmyeon'u böyle hevesli ve kendinden emin görünce tüm bel, sırt, kas, ağrılarına razı olmaya karar verdim. Eğer ben böyle bir işe kalkışmış olsaydım, Junmyeon'un elinden gelen her şeyi yapıp benim arkamda duracağını biliyordum çünkü.

Her zaman durduğu gibi.

scene 2, işte şimdi başlıyoruz

"Sikeyim-" Elden Ring'den kafamı kaldırdığımda duyduğum ilk şey bu oldu, dışarıdaki felaket yağmurdan kaçmaya çalışan insanlardan biri olduğunu düşündüğüm kısa, sıska bir kadın ıslak kapüşonunu geriye attı, gözlerini kırpıştırıp etrafına baktığında duvarlara yaslanmış renkli koltuklarda oturan üç surat görüp ikisine gülümsedi, bir tanesini tanımıyordu. Yani beni.

lovesick // baekyeonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin