1.BÖLÜM

1.7K 43 0
                                    

Ağustos ayının ilk günleriydi. Güneş insanı ısıtmaktan çok terletiyordu. Açık pencereden ılık ılık esen rüzgâr yüzünü yaladığında kadın, gözlerini hastane odasının bembeyaz atmosferine açtı ve neden burada olduğunu algılayamadı. Karın bölgesinde ve alt tarafında hafif bir sızı hissediyordu. Başını çevirip, tansiyonunu ölçen hemşireye baktı, karşılığında hemşire kocaman bir gülümseme ile "Tebrik ederim, melek gibi bir kızınız oldu. Doğum sırasında bayılmanız bizi biraz zorlasa da şimdi hem sizin hem de bebeğinizin sağlığı oldukça iyi. Bebeğiniz birazdan yanınızda olur o zamana kadar dinlenmenize bakın lütfen." açıklamasını yaptı. Ardından odadan çıktı.

Şimdi hatırlamıştı işte, doğru ya onun bir bebeği olmuştu. Planlanan bir doğumdu bu ve dün kendi hazırlanıp gelmişti hastaneye. Yüzüne belki de ilk defa şefkatli bir gülümseme yayıldı. Annelik duygusu tüm benliğini sararken içinin kıpır kıpır olmasını engelleyemedi. Sonrasında bomboş olan odasına şöyle bir göz gezdirince gülümsemesi ansızın kayboldu. Evet, bir bebeği olmuştu ama başka kimsesi yoktu. Normal şartlarda insanlar doğum yaptığında yanlarında en yakınları bulunurdu destek için, tebrik için, bu mutluluğa ortak olmak için... Onun mutluluğuna ortak olacak kimse yoktu. Annesi duysa muhtemelen kalp krizi geçirirdi, ablası İzmir'deydi, bebeğinin babası... Her neyse şimdi O'nu düşünmese iyi olacaktı. Hamileyken okuduğu bir dergide annenin kendini üzecek şeyler düşünmesi anne sütünü olumsuz etkileyebilir yazıyordu. Bebeğine yetersiz kalmak isteyeceği son şey bile değildi. Hemşirenin sözünü dinleyip, bebeği kendisine getirilene kadar dinlenmeye karar verdi. Kafasını yastığa dayayıp gözlerini kapadı ve huzursuz bir uykuya dalacağı sırada aniden açılan kapı sesiyle irkilip doğruldu. Bir anda yerinden sıçraması dikişlerini germişti ve canını yakmıştı. Yüzünü buruşturarak gelenin kim olduğuna bakmak için kapıya doğru çevirdi gözlerini. Uzun boylu bir adam, elinde yüzünü kaplayan kocaman bir çiçek buketiyle odanın tam girişinde dikiliyordu. Sonrasında, kollarını iki yana açarak, "Tebrik ederim taze anne!" şeklinde bir nida attı. Bu sayede kadın, içeri giren adamın yüzünü görebilmişte ve yerinde buz kesilmişti. Bu... Bu O'ydu. Bu O adamdı ve... Hayal falan değildi, tüm gerçekliğiyle karşısında dikiliyordu. Gözyaşları yanaklarından süzülürken, kendisini nasıl bulduğunu düşünmeye başladı. 'İşte kaçınılmaz son. Ne bekliyordum ki? Beni hiç bulamayacağını ve bebeğimle yalnızca ikimizin olduğu mutlu bir hayat geçirebileceğimi mi? Hayal dünyasında uyanma vakti.' iç sesi kendisine bu can yakan sözleri fısıldarken ne yapacağını bilmiyordu. Elinden gelen tek şey ağlamak ve adamın bir tepki vermesini beklemekti ama O'nun da en az kendisi kadar şaşırmış bir şekilde baktığını görünce 'Acaba beni görmeyi O da mı beklemiyordu?' diye düşündü bir an. Adamın koyu renk kot pantolonundan, siyah tişörtüne oradan da kasılmış çenesine ve dehşetle ateş saçan mavi gözlerine kaydı bakışları. Ellerini yumruk yapıp, açtıktan sonra hırsla siyah saçlarından geçirmesini korkuyla izledi. Elindeki çiçek buketini kendisine bir silah gibi doğrultup "Sen!" diye haykırdığında gözyaşları da hızlanmaya başladı. Ağzından bir hıçkırık kaçırdığında adamın derin bir nefes verip sabır dilediğini duydu. Tanrım! Bugünü böyle hayal etmemişti. Bebeğinin doğduğu gün en mutlu ânı olacaktı. Gözlerini kapatıp bu yaşananların bir kâbus olmasını diledi. Açık kapının tıklatılmasıyla dikkatini oraya verdi. Kucağında pembe örtülere sarılmış minicik bebeğiyle içeri giren hemşireye önce minnetle baktı, sonra kadının hiçbir şey bilmeden aklınca fikir üretip, güzel şeyler söylediğini düşünerek yaptığı konuşmaya gözlerini devirmemek için kendisini zor tuttu.

"Ah tam zamanında! Bir an babamızın bu minik meleğin annesiyle ilk karşılaşmasını kaçıracağını sanmıştım."

Kendini bilmez hemşirenin bebeği annenin kucağına bıraktıktan sonra odadan çıkmasıyla üç kişi kaldılar. Kadının kendisi, bebeği ve bebeğine büyülenmiş gibi; kendisine ise öldürecek gibi bakan adam. O'nu görmezden gelmeye çalışarak kucağındaki kızına odaklandı. Bu harika varlık onundu işte, minicik elleri, aynı şekilde minik dudakları ve burnu, her şeyiyle onun kızıydı. İsmini ne koyacağını düşünmeye başlarken, parıltıyla açılıp kendisine bakan yumuk gözleri gördüğünde ne yapacağını şaşırdı. Her şeyiyle kendisinin kızı olduğunu söylemişti az önce ama gözlerini henüz görmediği için hesaba katmamıştı. Kızının masmavi gözleri vardı, tıpkı yanı başında dikilen adamın gözlerine benzeyen hem de... Derin bir nefes alıp, ışık saçarmış gibi bakan bebeğini biraz daha sardı. O anda bebeğinin ismini bulmuştu işte. Kızı resmen ışık saçıyordu, bu yüzden adı Ayseren olacaktı. Gülümsemesi keyifle dudaklarını kıvırdığında bebeğinin elini tutan adamı gördü. Şefkatle kucağındaki bebeğe uzanmış, minik elini avcuna almıştı. Koruma duvarları hızla örülürken, "Bebeğimden uzak dur!" diye tısladı. Adam, bu ani çıkışa önce şaşırsa da sonra biçimli kaşları havalanmış, güzel gözleri ukala bir bakışla kadına doğru dönmüştü. Sinirli bir şekilde kafasını iki yana salladıktan sonra kadına gözlerini kısarak baktı, "Ufak bir işim var halledip geleceğim, ben gelene kadar kardeşim yanınızda olacak." sözlerinin burasında duraksayıp işaret parmağını uyarırcasına bebeğinin annesine doğru sallayarak devam etti, "Sakın! Sakın bir daha aynı hatayı tekrarlayım deme. O zaman bu seferki kadar anlayışlı olmam, pişman ederim bilmiş ol!"

Konuşmasını bitirip odayı hızla terk eden adamın arkasından bakarken söylenmeden edemedi, "Sanki şu an çok anlayışlı davranıyorsun da..." Bakışlarını bebeğine döndürdüğünde kapının yeniden açılıp kapandığını duydu. Burası da yolgeçen hanına dönmüştü iyice. Kafasını kaldırıp gelen hemşireye baktı ve bebeğinin beslenmesiyle ilgili söylediklerini dikkatlice dinleyerek, hemşirenin gözetimi altında kızına ilk sütünü verdi. Bu olay aralarındaki bağı daha da güçlendirmiş gibi hissediyordu. Karnı doyduktan sonra uykuya dalan kızını alıp, yatağının hemen yanındaki beşiğe yatıran hemşireye döndü, "Eşyalarım nerede acaba? Telefonuma ihtiyacım var." kısık tutmaya çalıştığı sesiyle sorduğu sorusuna cevap olarak, odadaki dolaptan el çantası yanına getirilmişti. Hemşireye teşekkür ettikten sonra odadan çıkmasını bile beklemeden telefonunu aramaya koyuldu. Sonunda bulup ablasının numarasını tuşladığında açılmasını beklerken dudaklarını kemirmekle meşguldü. Kadın, ablası Nihal'in sesini duyduğunda neredeyse ağlayacaktı. O kendini sakinleştirmeye çalışırken Nihal çoktan sorguya başlamıştı. "Nehir? İyi misin güzelim? Bebek nasıl? Of Nehir kim derdi ki kardeşim doğum yapacak ben de telefonla gelişmeleri takip etmeye çalışacağım?"

Titrek sesiyle cevapladı kadın. "Ablam bir sakin ol ya. İyiyim ben, bebekte iyi ama başka bir sorunumuz var."

"Ne oldu ki? Hii, annem mi öğrendi yoksa? Ama nasıl öğrenecek annem seni Konya'da sanıyor. Nehir, anlatsana kızım çatlatmadan!"

Derin bir nefes aldığında, gözyaşlarım bugün kaçıncı kez akıyor acaba diye düşündü kadın. Ablasının telaşlı sesine karşın kendi bitkin sesiyle konuştu. "Hayır, annem falan öğrenmedi. Belki de daha kötüsü, abla... O burada."

Kısa süren bir sessizlik sonucunda Nihal'in soru işareti dolu sesi duyuldu. "Kim?"

"Abla kim olacak Allah aşkına? Hakan!"

Ablasının boğuk çığlığını duyunca yüzünü buruşturup, telefonu kulağından uzaklaştırmadan edemedi. "Ne? Nehir sen ciddi misin? Nereden bulmuş seni? Yanında mı şu an?"

"Hayır, abla yanımda değil. İşim var halledip geleceğim, sakın bir hata yapma pişman olursun gibisinden tehditler savurup çıktı gitti. Abla ben ne yapacağım ya?"

Ablasından mantıklı bir yol gösterme beklerken duyduklarıyla hayal kırıklığına uğradı Nehir. "Ablacığım sakin ol. O adam bebeğinin babası sonuçta ve haklı sakın bir hata yapıp yeniden kaçayım deme! Hem anlattığına göre kötü bir adam değil Nehir neden inat ediyorsun? Sana da yazık bebeğine de." Nihal'in ima ettiği şeyi idrak ettiği an sinirle konuşmaya başladı kadın. "Abla ne saçmalıyorsun sen? Lütfen sözlerini yanlış anladığımı söyle bana!"

Kardeşinin hırslı konuşmasını duyan Nihal'de sinirlenmişti artık. "Gayet doğru anladın. Ne yapmayı planlıyorsun he? Annemin haberi bile yokken o bebeği bir başına nasıl büyüteceksin? Nehir sen bu işin çocuk oyuncağı olduğunu sanıyorsun ama alakası bile yok! Eline yüzüne bulaştıracaksın olan o bebeğe olacak!"

Tek destekçisini de an itibariyle kaybetmiş olan Nehir, kırgınlığını yansıttığı sesiyle son sözünü söyledi "Tamam abla, ben başımın çaresine bakarım." ve telefonu kapadı. Telefonu yatağın bir köşesine atarken başını yastığına koydu ve sessiz hıçkırıklarıyla ağlamaya başladı. Gözlerini kapatırken tek dileği biraz olsun uyuyup, bebeği ve kendisi için güç toplamaktı.

********************************

GEÇMİŞTEN GELENحيث تعيش القصص. اكتشف الآن