Odamdan çıktığımda kısa koridorun tam karşısında Amerikan mutfak vardı ve ada tezgâhın başında da oturan iki kişi yer alıyordu. Özgür ve Eylül. Özgür haftada en az bir kere de olsa mutlaka buraya gelip tüm gün benimle oturuyordu ısrarla. Başta odama kapansam da kapının önünde benimle konuşurdu ama artık odalara kapanmıyordum. Onunla eskisi kadar olmasa da sohbet edebiliyordum ama aramızdaki o şey, sanki askıya alınmış gibiydi. İkimiz de yaşadığımız ilişki hakkında tek kelime laf etmiyorduk.

Aldığım psikolojik destek işe yarıyordu belki de. Ayaklarımı yerde sürüye sürüye masaya gittiğimde arkası bana dönük olan Özgür beni fark eder etmez bar sandalyesinden indi ve onun karşısına gelen sandalyeyi çekti. Oraya gitmek yerine Özgür'ün yerine oturduğumda bu hareketime tebessüm ederek benim için çektiği sandalyeye kendisi geçip oturdu.

"Menemen ekmekle yenir. Al bakalım," diyerek bana kopardığı taze ekmeği verdi. Canım hiç istemiyordu ama kendimi yemeye zorladım. Önce sıktıkları taze meyve suyundan bir yudum aldım. Çok ekşiydi ama vitamin değerlerim için bunu içmem gerekiyordu. Aksi halde destek almam gerekirdi ve ilaç içmeyi sevmiyordum.

Menemenden bir çatal alıp ağzıma attım. Midem, istemiyoruz diye bağırırken ben onu dinlemiyor sadece yemek yiyordum. Bir çatal iki çatal derken birazını da ekmekle ağzıma tepiştirdikten sonra tabağımı başarıyla bitirmiştim ve bu sadece birkaç sessiz geçen dakikamı almıştı benden. Bardağın yarısında kalan meyve suyunu da yudum yudum içtikten sonra ilk defa masadan kalkmak yerine oturdum öylece. Sessizlerdi. Özgür'ün beni izlediğini biliyordum. O hep beni izliyordu zaten ama farklı olarak Eylül de beni izliyordu çaprazımdan. Yemeğe başladığımdan beri gözleri üzerimdeydi zaten. Şu an oturmam onlar için bir devrim niteliğindeydi sanırım ama yavaş yavaş normale dönüyordum sanırım.

Yaşananları kabulleniyor da olabilirdim zira hayatıma devam etmek için benim kabullenmekten başka şansım yoktu.

"Afiyet olsun hayatım," dedi Özgür, sıcak bir sesle. Bana hala böyle sesleniyordu. Arada hayatım diyordu arada güzelim... Bana ne kadar iyi geldiğinden haberi yoktu ama. Ona sarılmayı o kadar çok özlemiştim ki boğazımın düğüm düğüm olduğunu hissettim özlemimden ama ne zaman böyle hissetsem hep Özgür'ün beni evimden çıkardığı an geliyordu. En son o zaman sıkı sıkı sarılmıştı bana. Çok geçmeden kollarımı ve bacaklarımı bir ürperti sararken huzursuz bir şekilde ensemi yokladım. Soğuk soğuk ter basmıştı şimdiden.

Sessiz sessiz, "Saldırıyı kimin yaptığını buldunuz mu?" dedim çekinerek. Eylül tam o sırada kafasını kaldırıp bana baktı. Kaçamak bakışlar atıyordum ikisine de. Bunu sormamı ikisi de beklemiyordu. Bu zamana kadar onlara hiç soru sormamıştım çünkü.

"Ne dedin sen?" dedi afallamış halde. Gözlerini kısmış doğru duyup duymadığını teyit ediyordu. Ağzındaki lokmayı yuttuktan sonra doğruldu hemen. "Konuştu mu bana mı öyle geldi?" diyerek Özgür'e dönünce dudağımın kıyısında belirsiz bir gülümseme oluştu. Özgür biraz daha eğilerek yüzüme baktığında gördü tebessümümü.

"Oha! Dünyam aydınlandı be..." dediğini duydum Özgür'ün bastırmaya çalıştığı mutlu bir sesle. Bu söz karşısında gözlerimi kırpıştırıp utançla gözlerimi başka yöne çevirdiğimde hissetmeyi unuttuğum kalbimin aylar sonra yeniden atması ve bunu hissetmem beni hayata bağladı sanki. Dudaklarımın arasından derin bir nefes alıp kafamı kaldırdım masadan.

"Şey... Eğer bir sorun olmazsa bu-bugün biraz hava alabilir miyim?" dedim tereddütle. Eylül bir bana bir Özgür'e bakarken Özgür adeta bir çocuk gibi Eylül'e dönüp ellerinden tuttu sıkıca ve Eylül'ün elindeki çatalla ekmek düşüverdi birden masaya.

Yavru Vatan Payam: İstiklâl SavaşıWhere stories live. Discover now