4 - Zorlu Dağ (II)

169 43 4
                                    


"Benimle gel." dedi Melis. Uras'ın elini sıkıca tutarak kendine doğru çekti. Belli ki onu sınıftan dışarıya, daha huzurlu bir yere götürmek istiyordu. Uras, Melis'le ilk defa göz göze geldi. Tuzlu ve dağınık saçlarının arasından onun o güzel yüzüne baktı. Melis dalga geçiyor olabilir miydi? 'Hayır' dedi Uras içinden; Melis ciddiydi. Diğerlerinin aksine Melis'in yüzünde farklı bir ifade vardı. Samimiyetini hissetti simsiyah gözlerinde. Tıpkı dün gece seyre daldığı yıldızlar gibi parlıyordu gözleri. Saçının bir kısmını başının sol tarafından pembe şirin bir toka ile tutturmuştu. Bir kuğu gibi uzun ince boynunun ardından dökülüyordu gür siyah düz saçları. Bugüne kadar ilk kez temas etmişti Melis'e. Sıcacık dokunuşu Uras'ın sadece soğuk elini değil ruhunu da ısıtmıştı. Onunla birlikte burayı bir an önce terk etmek istedi. Her şeyi anlatacaktı ona. Neler yaşadıklarını ve başına neler geldiğini. Sınıftan hemen çıkmayı ve biraz olsun onunla yalnız kalmayı arzuladı.

Uras sırasından tam kalkacaktı ki omzunda Burak'ın sert ellerini hissetti.

"Nereye? Ben sana gidebilirsin dedim mi?"

Burak, yeşil gözleriyle Uras'a ve ona dokunan Melis'in eline baktı. Gözlerini nefretle kıstı ve kaşlarını çattı.

"Hiçbir yere gitmiyorsun." dedi Burak. Yüzünde gülümsemeden eser yoktu artık. Yüzü gri bir duvar gibi düz ve hissizdi.

Melis'in desteğinden ve samimiyetinden olsa gerek, kendinde cesaret buldu Uras. Burak'ın elinden tuttu ve kenara itti. Bu hareketi hiç beklemeyen Burak, sağ elini Uras'ın boğazına tıpkı bir kartal pençesi gibi geçirdi ve boğazını sıkıca kavrayarak Uras'ı oturduğu yerden havaya kaldırdı. Uras'ın kalkmasıyla sandalyesi ve sırası yere devrilerek, yüksek tavanlı sınıfın beton duvarlarında yankılanması bir oldu. Herkes şok içindeydi. Burak o kadar öfkelenmişti ki kısa ve dik saçlarından adeta alevler yükseliyordu. Bir süre Uras'ı öylece havada tuttuktan sonra sürükleyerek sırtını duvarına çarptı ve boğazını sıkmaya devam etti. Burak güçlüydü. Uras çaresizdi. Melis'in onu kurtarmak amacıyla yaptığı haykırışlar olanları durdurmaya yetmiyordu artık. Nefes alamıyordu Uras. Parmaklarını kullanarak Burak'ın iri ellerinden kurtulmaya çalışsa da nafileydi.

"N'aptın lan sen az önce? Ha? N'aptın?" diye gürledi Burak.

Ayakları yerden kesilmişti ve topuklarını duvara vurarak denizden yeni çıkmış, iğneye takılı bir balık gibi çaresizce çırpınıyordu, Uras.

"Özür dile!" diye bağırdı Burak. "Benden derhal özür dile!"

Uras'ın kolları kendisini kurtarmaya yetmedi. Vücudunun her yeri ağrıyordu zaten. Sağ bileğini hareket bile ettiremiyordu. Ormanda yuvarlanırken bir yere çarpmış olmalıydı. Yutkunamıyordu bile. Yüzü önce kırmızıya, bir süre sonra mora döndü. Vücudunun bütün kanı yüzünde toplanıyordu sanki. Kalbinin atışını boynunun sol yanındaki şah damarında hissedebiliyordu. Görüş açısı bulanıklaşmaya başlasa da Melis'i sınıftan dışarı çıkarken görebildi. Bütün gücünü tüketti Uras ve kendini Burak'ın ellerine teslim etti. ŞimdiTunç ve Mert bile endişelenmeye başlıyordu.

"Yeter, Burak. Bence, anladı." dedi Tunç, Burak'ın omzunu tutarak.

"Sal gitsin. Okul çıkışında icabına bakarız." diye araya girdi Mert.

"Çek lan elini omzumdan." dedi Burak, Tunç'a dönerek. "Benden özür dileyecek bu yavşak ondan sonra salıcam."

Uras için gözünün önünde hareket eden her şey yavaşlıyordu. Çevresi sanki ağır çekimde ilerleyen bir film şeridi halini almıştı. Bir şey duyamıyordu da. Ölüm sessizliği sarmıştı etrafını. Duvardaki saate baktı; On'a Yirmi vardı. Saatin saniyesi de etrafındaki insanlarla birlikte yavaşladı ve nihayetinde zaman durdu. Artık ne bir acı, ne de bir korku hissediyordu Uras. Sanki ebediyete kadar sürecek sessizliğin içine gömülmüştü. Gözlerini yavaş yavaş kapadı ve kendisini bekleyen her ne ise onu kucaklamaya razı oldu.

***

Hayat, zorlu bir dağa tırmanmaktı. Uras, serüvendeki bir diğer yolcuydu sadece. Birçok kişi bu dağı tırmanıyordu, fakat zirve herkese yetecek kadar geniş değildi. Sadece bir taşa oturarak soluklanmak istemişti Uras. Niyeti yeterince dinlendikten sonra tekrar kalkıp yoluna devam etmekti. Zirveye ulaşıp ulaşamayacağını bilmiyordu aslında. Tek dileği çıkabildiği kadar yukarı çıkmak ve artık ilerleyemeyeceği yerde uzanıp sahip olduğu manzaranın tadını çıkarmaktı.

Ne kadar yüksek, o kadar iyiydi Uras için. Kalkmalıydı; çünkü oturduğu taşın üstünde bekledikçe daha fazla yoruluyordu. Dinlenemediğini fark etti. Teri soğudu ve daha önce ağrımayan bacaklarının ağrımaya başladığını hissetti. Oturdukça daha da bitkinleşti. Bir süre sonra ayağa kalkma hevesini tamamen yitirdiğini fark etti. Kalmak istiyordu. Evet... Kesinlikle kalkmak ve yoluna devam etmek istiyordu. Etrafını izledi. Henüz manzara o kadar da güzel değildi. Hayır. Burada bitemezdi yolculuğu. Devam etmeliydi. Ta ki ayaklarında bir adım daha atacak takat kalmayana kadar...

Henüz küçücük bir çocukken yaban başakların, rüzgârda usul usul savrulan yaprakları arasında koştuğu günleri düşündü. O günlerden biriside, yine her zamanki gibi neşeliydi ve bitmek bilmeyen bir coşkusu vardı. Yüzüne vuran başak yapraklarını hatırladı. Gözlerini Kavaklı Tepe'ye dikti. Nedense oraya kadar koşmak ve hiç durmamak zorunda hissetti kendini. Çocuktu nasıl olsa. Tepede biraz oturur, cebinde taşıdığı şekerlemeleri yer, karınca yuvalarına birkaç tanesini bırakır ve eve geri dönerdi. Belki yaban başaklarından birkaçını koparıp, çevresine ok gibi fırlatarak oyalanır, ondan sonra eve dönerdi.

Tepeyi koşarak tırmandı. Kavak ağacının altındaki yeşil banka oturdu ve irili ufaklı evleriyle yüksek bir dağın eteğine serilmiş o güzel kasabasını izledi. Dağın bittiği yerde başlayan deniz kıyısı da görülüyordu buradan. Sahile vuran beyaz köpüklü dalgaları da az çok seçebiliyordu. Seviyordu bu kasabayı. Çok fazla arkadaşı yoktu ama yine de seviyordu.

Birden kasaba evlerinin arasından yükselen siyah bir duman gördü minik Uras. 'Ne olabilirdi ki?' diye düşündü. Ayağa kalkarak daha dikkatli baktı. Tedirgin oldu. Duman aşağı yukarı kendi evlerinin bulunduğu civarlardan yükseliyordu. Odun sobası kullanmak için çok sıcaktı; hem bu havada kimse soba yakmazdı. Sebebini öğrenmenin tek yolu vardı. Yerinden hızlıca fırladı ve çıktığı tepeden tekrar aşağıya indi. Şekerlemeler yere saçılmıştı. Yaban başakların arasından var gücüyle koştu Uras. Bir an önce eve varıp ne olduğunu öğrenmeliydi.


Uras ve İlk Yolculuk (Kitap Oldu) *MİRASHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin