dört

10.4K 1.8K 771
                                    

Kendime itiraf edemediğim bir sırrı sizlere itiraf etmeme izin verin; Park Jimin'le arama giren şeylerden zamanla nefret etmeye başlıyorum ve o eski sayfalı defter, nefret ettiğim ilk şey.

Saat çoktan öğlene vardı ve ben henüz yanına dahi gitmedim, fakat yazdığı şeylere öylesine dalmış ki benim gelmediğimi henüz fark ettiğini sanmıyorum. Oysa kendisine, O'nu her gün rahatsız edeceğime dair bir söz vermiştim, bunu aldırmamış olsa gerek.

Ah, Park Jimin birçok şeyi aldırmıyor, buna canım da dahil ve bu canımı acıtmıyor değil. Saçlarına emanet ettiğim yıldızların bazılarının ağladığını görür gibiyim, oysa bana söz vermişti Park Jimin onlara iyi bakacağına dair. Sözlü olarak dile getirmedi belki, fakat bakışlarındaki hüzün bütün sözlere bedeldi, değil mi?

Ya da ben, O'na bakınca fazla körleşiyorum, bilemiyorum. Hüzünleri o kadar güzel ki, insan başka bir şey görmek istemiyor onlara bakınca.

Derin bir iç çekiyorum, bugün mor bir lavanta ve beyaz orkide sattım. Canımdan can gitti sanki, bu dükkandaki birçok çiçek gözyaşlarıma şahit oldu da serinliğini taşıyor üzerlerinde; şimdi ise eksildiğimi hissediyorum. Oysa dükkandaki bütün çiçekleri satsam ne yazar? Bahçemde bir limon ağacı, Park Jimin'in gülümsemesinde bir saksı beyaz papatyam var, ben ise hâlâ tamamım.

Bir müşteri geliyor standına, dalgınca defterini kapatıyor ve bir bardak limonata koyuyor; bugün nedensiz bir huzursuzluk hâkim davranışlarında. Aklı çok karışık olsa gerek, sabahki müşterinin eksik para verdiğini fark etmiyor, ya da aldırmıyor, bilemiyorum. Bilirsiniz, Park Jimin'in umursadığı şeyler parmak uçlarında gizlidir ve ben, henüz açmamış gülümsemelerindeki beyaz papatyayım; henüz dudaklarında sıkışmış kalmışım, parmaklarına ulaşmak için daha aşmam gereken dikenli bir yolum var.

Size, kendime itiraf edemediğim bir sırrı daha itiraf edeyim; Park Jimin'in parmakları arasında eski yapraklı bir defter görmek yerine, eski hislerin sindiği bir papatya görmeyi tercih ederim. Park Jimin, inatla gülümsemelerinin açmasına izin vermiyor çünkü, bu canımı yakıyor; ve anlıyorum ki, eğer Park Jimin'in herkeslerden saklı gülümsemelerindeki bir adet papatya iseniz, canınız çok yanıyor.

Müşterisini gönderdikten sonra bir ağır duygu taşıyan bakışları benim dükkanımı buluyor, o gün ilk defa göz göze geliyoruz ve ben, ilk defa bu kadar ağır görüyorum bakışlarını. Ağır, hatta öyle ağır ki, bu yüzden kaçıramıyor belki de bakışlarını; benim yıldızlarım mı yoksa kendi yaraları mı O'na bu kadar yük olan, bilemiyorum.

Üzgünüm, Park Jimin, yaralarına göz kulak olması için bıraktığım bir avuç yıldız, bir yürek his taşıyormuş meğer; bu kadar ağır bir yük olacağını tahmin edememiştim.

Ama bencilce, daha da ağırlaşsın istiyorum bakışları, omuzlarını çökertecek kadar yükü olsun ama bunun sebebi yaraları değil, ben olayım istiyorum; zira ben hep destek olur, düşmesine izin vermem ki, çöken omuzlarının her bir ten tanesini öperim de izin vermem enkazlara. Bundan belki de, o öğlen O'na giden, yine ben oluyorum, başımda hasır bir şapka, avucum içinde ise O'nun için limon ağacımdan feda ettiğim bir adet limon çiçeği yer etmiş.

Geldiğimi görünce dikleşiyor oturduğu yerde, defteri kapalı, parmak uçları defterin üzerinde bir ritim tutturuyor hafifçe. Geçen gün gördüğüm görüntü karşımda; gözleri parlıyor O bilmese de, dudakları üzerinden bir tebessüm melteminin estiğini görüyorum, bundan olsa gerek, birkaç beyaz papatya yaprağı daha dökülüyor dudak kenarlarından, esintiye kapılarak.

Bu görüntü bile beni bu denli heyecanlandırıyorsa, dudaklarının kıvrıldığını görmek beni ne hale sokar, kestiremiyorum. Belki bu sefer dudak kenarlarından dökülenler beyaz papatyalar değil de, bizzat can parçalarımın kendisi olur; zira hissediyorum ki, Park Jimin gülümsese paramparça olurum ben, tebessümünün en kenarını sığınak bellerim kendime.

"İyi öğlenler, sevgili Park Jimin," diyorum neşe ile, dudaklarım O'nunkiler yerine de gerilmiş yukarı; oysa dudaklarıma yük olmak yerine gururlandırıyor bir tebessüm daha taşımak. Yine alışıldık bir şekilde, tezgahın önünde öne doğru çömeliyorum, yüzlerimiz aynı hizada; O sağ avucuna yaslıyor başını, ben sol. Birbirimize bakıyoruz bir müddet, O daha çok gülümsememde dolaştırıyor bakışlarını. Kalp atışlarım parmaklarımı, parmaklarım avucumda gizlenmiş limon çiçeğini titreştiriyor, etraf limon kokusuyla kutsanıyor.

"Sabah gelmedim," diyorum, sesime her ne kadar oyuncu bir sitem saklasam da dikkatli dinleyen biri, kırıklarımın pürüzlerini hissedebilir ses tonumda. Park Jimin hissetmez sanıyorum, yanılıyorum. "Beni merak eder ve bu sefer sen gelirsin sanmıştım, çok kırıldım."

Elimi kalbime götürüp gözlerimi kapatıyorum, oysa yüzümdeki aptal gülümsemeden habersizim henüz. Ve eğer gözlerimi kapatmasaymışım, Park Jimin'in bana sunduğu, papatyalar dizilmiş bir adet gülümsemesini görebilirmişim, kirpiklerim kahroluyor da, göremiyorum gülümsemesini.

Kalbimin üzerinde duran elimde sıcak bir dokunuş hissediyorum ansızın, sıcak olmasına sıcak da, ruhum tir tir titriyor, diz çöküyorum bu hissin önünde çaresizce. Saçlarını öptüğüm adam, parmak uçlarını sarıyor elime; bilirsiniz, saçlarını öptüğüm adamın en değer verdiği şeyler parmak uçlarında gizlidir, O'na beni bir dokunuşuyla ne denli darmadağın ettiğinden bahsedemiyorum. Saçlarını öptüğüm adamın parmak uçlarında, darmadağın oluyorum.

Elimi tutup çekiştiriyor, ayağa kalkmamı istediğini anlıyorum ama ne mümkün, bana yaşattığı yeni duyguların esiri olmuşum da çivilenmiş dizlerim yere; titriyorlar belli etmesem de. Lâkin ben belli etmedim sanıyorum, unutuyorum ki Park Jimin'in parmak uçlarında dağıldım ben, her bir parçama dokunuyor olup da hissetmemesi imkansız olur asıl.

Beni yanına doğru çekiştiriyor, standın etrafından dönüp arkasına geçiyorum; ve Park Jimin'in ne kadar kırığı varsa kalbinde, o kadar filizlenmiş çiçeği olduğunu ilk defa görüyorum o gün. Kendisinin oturduğu taburenin yanında bir tabure daha duruyor benim için, tam yanında; otursam parmaklarımız birbirine değer, bakışlarımız hiç kesilmez. Ve eğer şanslıysak, kalplerimiz karşısındaki boşluğu doldurur, göğsümün iki yanında taşırım hisleri.

"Benim için mi getirdin bu tabureyi?" diye soruyorum, sesim heyecandan kısılmış olsa gerek, zar zor duyuyorum ama O duymuş belli ki. Başını sallıyor, ardından boşta kalan diğer eliyle oturmamı söylemek istercesine taburenin üzerine vuruyor. Gülümsüyorum genişçe, kirpiklerimdeki birkaç papatyanın dudak kenarlarıma karışmasını sağlayacak kadar büyük bir gülümseme bu. Ama sebebinin ne olduğunu kestiremiyorum henüz; Park Jimin'in bu sevimli halleri mi, elimi sımsıkı tutan elini hâlâ çözmemiş olması mı yoksa Park Jimin'in parmak uçlarının ne denli sıcak oluşu mu, bilemiyorum.

O gün, kendime zevkle itiraf ettiğim bir şeyden bahsetmeme de izin verin; Park Jimin benimle olduğu süre boyunca defterine bir daha dokunmuyor, parmak uçları avuçlarımı sarıyor farkında olmadan. Farkına vardığında ise utançla çekiyor elini, çekingen hallerini seviyorum.

Fakat, o eski yapraklı defterden hâlâ nefret ediyorum.

...

bu boş birkaç paragraf için özürlerimi sunarım, ne yazdığımı bilmiyorum, bir miktar kaybolmuşum

bulununcaya dek, kendinize iyi bakınız

limonata standı, yoonminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin