Giriş

108 23 43
                                    

Giriş birinci bölüm değerindedir, lütfen okumadan geçmeyin!

*Birde Rica etsem okumaya başladığınız tarihi ve günü yazar mısınız?

03.05.2015                                                                                                                                                             

"Ne yapacağız biz!" Gözlerimi açıp birkaç kez kırpıştırdım, hastahane kokusu her zamanki gibi ciğerlerimi çürütürken sersem bir halde sesin kime ait olduğunu çıkarmaya çalışıyordum. Tiz, yüksek ve endişeli bir sesti, tonunda da acizlik vardı.

Annem. Kapının açılmasıyla gözlerimi yeniden kapattım, biliyorum sorun bendim ve dinlemeye takatim kalmamıştı, bu yüzden uykuya geçmek istercesine gözlerimi sımsıkı kapattım. Beni hala uyuyor sanan ailem uyanmayayım diye seslerini kısaltarak konuşsalar da istemsizce duyuyordum...

"Güneş güçlü bir insan anne, görmedin mi? Sanki ölümcül bir ameliyata değil de estetik için girecekmiş gibi davranıyor." Her ne kadar ismimle hitap edilse de ses tonundan Mehmet'in söylediğini çıkarabiliyordum.

"Güçlü mü? Görmüyor musunuz gözlerinde ki korkuyu ? O ölüm korkusunu, o endişeyi görmüyor musunuz ?..." Sesi daha da şiddetlenince sesini kısaltmak adına derin derin nefes aldı, nefes alış verişlerini duyabiliyordum. Sizli konuştuğuna göre babamda var yanına diye içimden geçirdim.

"... Sizi  'Ben mutluyum' görüntüsüyle kandırabilir ama beni asla! 19 yıllık kızım o benim, küçücük bir acı çektiğinde bile hissederim, korkusunu mu hissedemeyeceğim!...Güçsüz  çok güçsüz, her şey de mahvolan bir insan o ama yinede yıllarca güçlüyüm oyunlarını sürdürdü." Yine sustu, sanırım etrafa bakınıyordu.

"Şuan paramparça bir halde  ama o kadar güzel rol yapıyor ki ben bile zor anlıyorum, ne halde olduğunu. Dün siz  hastahanenin kafeteryasından bir şeyler almaya gittiğinizde odada tek o ve ben vardım. Tabii o benimde sizinle gittiğimi sanıyordu. Aslı hanımın getirdiği beyaz gül buketini yatağın yanında ki komodininin üstüne bir vazoyla koymuştuk ya hani işte onu  hızla kapıp teker teker yapraklarını yoldu, yüzündeyse hiç bir ifade belirmiyordu. Korkusunu gizlemişti sonra güllerin hepsini çırıl çıplak bırakana kadar yolup vazosuna koydu ve en öndekine eğilerek  fısıldadı "Şimdi korkunu dışa vurabilirsin, ben yapamıyorum ama sen yapabilirsin çünkü senin korkunu, endişeni yaşamana engel olan o ihtişamlı yapraklarını teker teker yolup seni kurtardım..." Annem birden susunca ne diyeceğini hatırlamadığı için sustuğunu düşünerek gözlerimi sıkmayı bıraktım fakat açmadım. Bir müddet daha sessizlik oluşunca da annemin sözlerine devam ettim.

"Göz alıcı ve bir Güneş kadar parlayan o sarı yaprakların, anlamının sıcak sevgi olmasını sağlamıştı. Hep sımsıcak olacak, sevgiyi anımsatacak ve insanları mutlu edecektin o parıl parıl olan yapraklarınla her yere ışık saçacaktın .O mis kokulu toprağından uzaklaştırıldığın için de yavaş yavaş soluyordun  ama sen hep parıl parıl olmak, sevgiyi anımsatmak zorundaydın! Bu yüzden de seni  boğuştuğun düşüncelerinden kurtardım. Hadi ama bu halde delirmemem imkansızdı!" dedim son cümlemi aileme karşılık söylerek . Bu hastalık beni farklı düşünmeye yöneltiyor ; cansız varlıkların bile bir sorunu olduğunu düşünmemi sağlıyordu ve bende onların sorunlarına çare arıyordum. Mesela bir kere İbrahim'in masayı çizmesine karşılık masanın ona kızdığını düşünüp masayı sakinleştirmeye çalışmıştım.Kabul ediyorum, çıldırdım. Sessizlik tekrar odaya hakim olduğunda dün ki dediklerimi söylemeye devam ettim.

"Bende senin gibiyim aslında. Saçlarım ve taşıdığım ismim gibi parıl parıl olmalı, bana bakanları, benimle konuşanları mutlu etmeliyim. Hatta bu halde bile onları  güldürüp akıllarına umudu getirmeliyim. Bunu yapmak zorundayım çünkü karşımdakileri üzmek, bana acıyıcı bakışlarla bakmalarını istemiyorum!..." Sesim kısılmaya başladı."... Hayatımı bu zorundalığa göre şekillendirmeye başladım işte bu yüzden de ne olursa olsun mutlu ve umutlu olmak zorundayım." Ellerimde bir sıcaklık hissettiğimde gözlerimi usulca açtım. Annem buğulu gözyaşları içerisinde ellerimi tutuyordu.

"İlk göz ağrım... Sen hiçbir şeyi yapmak zorunda değilsin, sen mutlu olmak kadar ağlamayı da hüzün gözyaşlarında boğulmayı da hak ediyorsun ve bizden hiçbir zaman ayrılmayacaksın, yaklaşık bir saat sonra gireceğin ameliyattan nasıl çıkarsan çık hep bizimle olacaksın. Ha birde şunu söylemeliyim ; korkunu o kadar da güzel saklayamıyorsun." diye burukça gülümseyip başını yana yatırdığında " İnanmıyorum, oscarlık performans sergilediğimi sanıyordum." diyerek burnumu çekerek rol icabı ağlıyor gibi yaptım.

"Durun! Durun! Bu güzel tabloyu ölümsüzleştirmeliyim." diyerek komodinden  telefonunu alan  Mehmet'e gülüp bir şeyler mırıldandım.

"Ölürsem bakıp bakıp beni hatırlarsınız artık." dememle ölüm döşeğinde, kafama annem tarafından bir şaplak yedim.

"Ağzını hayra aç bakayım." dediğinde ağzımı kocaman açıp "Açtım gelmiyor." demeye çalıştım, boğuk boğuk bir ses çıksa da hepsi esprimi anlayıp yüzlerini buruşturmuşlardı.

"En iyisi ablam bu iğrenç esprileriyle bizi boğmadan ben bir selfie çekeyim." dediğinde Mehmet sevinç çığlıkları attım.

"İnanmıyorum abla dedi, abla dedi duydunuz mu?" Yatağın ucunda duran Mehmet'i parmakla gösterirken bir anda göğsüme bir sancı girdi ve bu sefer ki şiddetine dayanamayıp, annemlerin yanımda olduğunu umursamadan çığlık atmaya başladım. Sancının şiddetlenmesiyle de  çığlıklarımın şiddeti  artıyor, gözlerimi sımsıkıca yumuyordum; sanki yumarsam geçecekmiş gibi.

"Ahhhhhhhhhh! Aaaaaaaaaağğğğğğğğğğğhhhh!"

Annemin "Doktor...çağır...çabuk." demesini çığlıklarımdan zar zor duyuyordum.

"Şişşşt... geçti...geçti." Annemin şefkat dolu sesiyle ferahlamaya çalışırkense ağrım daha da şiddetleniyor, çığlıklarımı artık bütün hastahane duyuyordu.

"Ahhhhhhhğğğğğ!"

Odada tek annem, ben ve İbrahim'in olmasını fırsat bilerek zorlukla da olsa o kelimeleri dudaklarımın arasından döktüm, eğer şimdi söylemeyezsem belki bir daha söylemeye fırsatım olmazdı.

"Anne....Ağğğğh!" derin derin nefes almaya çalıştım.

"Yastığın altında..." Çığlık atmamak adına dudağımı dişleyerek bağırmamaya çalıştım, sancı azalmaya başladığında da söyleyeceklerime devam ettim.

"...Bir mektup ve kağıt var, Güneş dışında ki her hangi bir pul yapıştırıp o kağıtta ki adrese gönder, lütfen mektubun sahibine ulaştığına emin ol ve merak etme aşk mektubu değil... Sizi çok seviyorum, eğer gözlerimi açamazsam her sabah İbrahim'i benim yerime öp, ona 4. yaş günü hediyesi olarak söz verdiğim arabayı Güneş ablan aldı, diye ver. Mehmet'i de  yalnız bırakma, arada benim gibi davran ki depresyona girmesin. Beni abladan çok arkadaşı gibi görüyor ve bilirsin ki 17 yaşında ki bir ergen için arkadaşını kaybetmesi asosyal olmasına sonuç açar. Babamın göbeğine de kafanı koyup uyu, saçlarını kahverengi değil de sarı gibi görecektir çünkü ben hep göbeğini yastık gibi kullanır uyurdum ve sen anne sakın ben gözlerimi bu hayata yumduktan  sonra hayattan umudunu kesme, bir gün yine kavuşacağız." dediğimde Doktorlar gelmişti ve hemşire bana uyuşturucu bir iğne takviyesi yapıyordu.

"Hayır bu bir veda olamaz! Gözlerini açacaksın biliyorum..." diyerek hıçkırıklarla söylediğinde dudaklarımın arasından bir mırıltı koptu.

"Anne hissi."

***

Umut bu hikayede unutulan,

Korku saklanan,

Nefret aşığa özgü olan,

Kahkaha hüznü barındıran,

Gizemse ortada cirit atandır.

Gizemin sahibi ise karşımdakiler değil benim

Ve ben ; Gizem kokulu kadınım.


VOTE VE DÜŞÜNCELERİNİZİ BEKLİYORUM, OLUMLU VEYA OLUMSUZ BENİM İÇİN HİÇ ÖNEMLİ DEĞİLDİR; YETER Kİ DÜŞÜNCELERİNİZİ BENİM PAYLAŞIN.(BENİ MUTLU EDECEKSİNİZ :D)

Has llegado al final de las partes publicadas.

⏰ Última actualización: Mar 31, 2017 ⏰

¡Añade esta historia a tu biblioteca para recibir notificaciones sobre nuevas partes!

Umudu UnutDonde viven las historias. Descúbrelo ahora