Acizliğimin göstergesi olan gözyaşlarım birer birer yanaklarımdan yuvarlanırken hızla ayağa kalkıp kendimi bahçeye attım. Buraya ilk gelişimdi ve nereye gidebileceğimi bilmiyordum. Ancak tek isteğim buradan uzaklaşmaktı. 

Dışarı çıktığımda gökyüzünde sayılabilecek kadar yıldız vardı. İleride çok çok uzakta soluk ışık hüzmeleri görünüyordu. Ev bilerek şehrin en ücra yerine yapılmış olmalıydı. Şehirden oldukça uzakta, ormanın ortasında saklanan bir kale gibiydi. 

Evin önündeki geniş mermer merdivenin en üstüne oturup etrafa bakmaya başladım. Beynimi başka şeylerle meşgul etmem gerekiyordu çünkü her boş anımda ne kadar kötü biri olduğumu düşünüp duruyordum. Tek istediğim bir aileydi ve bulmuştum da. Fakat sonra her zaman olduğu gibi işler karıştı ve ben yine tek başıma kaldım. Bu, sonsuza kadar sürecek bir döngü gibiydi. 

Babam her zaman "İnsan aslında bir başınadır, yanındakiler ise sana yalnızca aynı yolda olduğunuz için eşlik eder. Bu yüzden yollar ayrıldığında boşluğa düşmemek için yalnız olmayı öğrenmelisin." derdi. Bu sözün doğruluğunu bu gece anlamıştım. Fakat ben hala yalnız olmayı öğrenememiştim. 

Yeniden ağlamaya başladığımda bir vampir için ne kadar aciz göründüğümü fark ettim. İnsan kadar aciz... Doğanın bir kusuru olan ben o kadar zayıftım ki kendimden nefret etmek için binlerce sebebim vardı. Ve ediyordum da.

Gözlerimi araladığımda sabah olduğunu fark ettim. Hala aynı yerdeydim, dün geceden tek farkı merdivenlerin üzerine yatmış olmamdı. Sabaha kadar beni kimse buradan kaldırmak için gelmemişti demek. Bu da Alex'in haklılığını tekrardan yüzüme çarpıyordu. 

Duruşumu düzeltip oturur pozisyona geçtiğimde evin kapısı açıldı fakat kimin geldiğine bakmadım. Gelenin Alex olduğunu yanımdan geçerken her zaman giydiği siyah botlarından anlamıştım. Alex birkaç adım attıktan sonra arkasına döndü. Bense bakışlarımı ellerime çevirmiştim. 

"Burada ne işin var?" diye sordu Alex sakin bir ses tonuyla. 

Cevap vermekle vermemek arasında kalmıştım. Dün geceden sonra kimseyle konuşmak istemiyordum. Bu yüzden sadece omuz silkmekle yetindim. Alex yanıma gelip kabanını düzeltti ve yanıma oturdu. Bakışlarımı ellerimden çekmedim. 

"Bugün işlerim var, şehir merkezine gideceğim." dedi. 

Başımı ona doğru çevirdim ve gözlerimi gözleriyle buluşturdum. Her şey normalmiş gibi devam mı ediyorduk yani? 

"Ne söylememi istiyorsun?" diye sordum fısıldayarak. Alex bu soru karşısında şaşırmıştı, bir süre daha yeşil gözlerini üzerimde tuttu. Bakışlarında pişman olmuş bir ifade vardı fakat bunun olması imkansızdı. 

Alex kendinden başka kimseyi umursamazdı, yaptıklarından da asla pişman olmazdı. Sadece isterdi, yapardı ve yaptırırdı. Bu kadar. Daha fazlası olamazdı. Ondan başka bir şey yapmasını beklemiyordum zaten. Çünkü bu, boş bir beklenti olurdu.

Alex ayağa kalkıp ellerini kabanının ceplerine soktu. "Sen de benimle geliyorsun." dedi sabırsız bir şekilde. Tüm gece burada oturmanın verdiği uyuşukluğu üzerimden atar atmaz ayağa kalktım ve "Tamam." diye yanıtladım. En azından gidebileceğim birkaç yer öğrenir ve uzaklaşmak istediğimde bunu merdivenlerle sınırlandırmak zorunda kalmazdım.

Alex bu sefer şaşkınlığını gizleyememişti fakat çabuk toparlandı. İtiraz etmemi beklediğini biliyordum, çünkü o ne zaman bir şey söylese ilk tepkim itiraz etmek oluyordu. Onunla gitmeyi elbette onun için kabul etmemiştim. Bu sayede belki de Vera'yı bulmak için bir ipucu yakalayabilirdim.

İçgüdüWhere stories live. Discover now