Bölüm 9- Depresyon Takılamamak

307 18 5
                                    

 Çevresinde Bermuda Şeytan Üçgeni gibi dizildiğimiz masanın üzerindeki fast food paketlerini kaldırıp çöpe atmak için büyük bir istek beslesem de "Daha çok erken, daha çok erken, sana 'anam gibisin' demesi için çok erken, bu ilişkinizin sonu olabilir." diye kendi kendime tekrar ederek sakin kalmaya çalışıyordum. 

 Bir dondurmayı ısıran -dişleri donmuyor mu ya bunun?- Furkan aygırına, bir sevimli sevimli havalara bakan Çağatay'a, bir de fast food çöpleriyle dolu masamıza bakıp, kolumu tırnaklayarak sakinleşmeye çalışırken "Bu masanın hali ne ya?" cümlesiyle kayışlarımı kopararak ağzı burnu dondurma olmuş bücüre döndüm.

 "Ne dedin?" diye tıslarken kendimi Tartarus'un -veya modernce cehennemin- derinliklerinden hoplayıp zıplayıvermiş bir çekirge gibi hissediyordum.

 "Diyorum ki bu masanın hali ne bacım? Sen evinde böyle mi bırakıyorsun masayı? Mesela benim annem hiç böyle bırakmaz." derken gözlerimin büyüdüğünü, ellerimi de yumruk yaptığımı hissedebiliyordum. 

 Ki, bu kadar atara gelmiş olmamın mantığı neydi onu da bilmiyordum. Sonuçta şu an duyduğum o yoğun isteğe rağmen, evet, evde de aynen böyle bırakıyordum ben masamı. Ama tabii ki içimdeki o şizofrenik ses "Senin anan alsın o masayı-" diye başlayan kibar bir cümleyi haykırmaktaydı.

 "Furkan'cım," derken kendimi öldürmek istiyordum. Gülme komşuna gelir başına hesabı, ilahi adalet benim de çenemi kapamıştı. "elbette masayı böyle bırakmayacağız. Sen dondurmanı bitir, biz toplarız bu masayı." Bu arada Çağatay da inatla havalara bakmaya devam ediyordu ki bu içimdeki Kemalettin'in "Ne bakıyon bea?" demek istemesine yol açıyordu. 

 "Değil mi Çağatay?" diyerek topu ona atmaktan kendimi alamadım. Cümlemi bitirmem, ne yazık ki Çağatay'ın ayılmasına yetmedi. Ayılması için bir iki kez kaburgalarına kıracakmış gibi dirsek atmam gerekti. Ki bu da ayılışının "Ne yapıyon bea?" cümlesiyle gerçekleşmesine neden oldu.

 Ona uzaylı görmüş gibi bakıyor olmalıydım ki -ki, ben sadece bir Kemalettin Amca daha görmüş, içimde türdeşine kavuşmak için yalvaran Kemalettin the First'ü tutmaya çalışıyordum- "Yani şey, efendim demek istedim." dedi kızararak. Kıvırışını yerim canım ben senin, sanki bir ay sonra evin içinde don atlet gezmeyeceksin.

 Gerçi sen gez, sen gez anam hiç karışmam yeminle. Arada karın kaslarını da şöyle bir azıcık açarsan bak çok da değil acıcıcıcık, o zaman sana müsait zemin bile hazırlarım. Kurban olduğumun Adonis'i- yani adamı.

 Kendilerini yine en saçma sapan şekilde belli eden hormonlarıma içsel tuhaf bakışlar atarken bir yandan da Furkan'ın yaşlı amcalar gibi yavaş yavaş yediği dondurmayı alıp- ağzına sokma dürtümle savaşıyordum. 

 "Biraz hızlı yesen canım, geç kalıyorum iş görüşmeme." dedim aceleyle. 

 Bana "Ne acelen var garı?" bakışı attıktan sonra hiçbir şey demeden yemeye devam etti. Beş dakika sonra, daha neredeyse hiç ilerlemediğini görünce kendimi tutamayarak "Ya yeter Furkan! Ye artık şu lanet dondurmayı!" diye bağırdım. Ne yazık ki bağırmamış, anırmıştım ki bütün yemek katı susup sessizlik içinde bana baktı.

 "Ehm, yani yesene canımın içi." diye toparlamaya çalışsam da beceremedim ve sustum. 

...

 Furkan'ın bir eli hala bitiremediği o sattığımın dondurmasını, diğer eli de Çağatay'ın elini, Çağatay'ın diğer eliyse benim elimi ve benim boşta kalan elim de halay ekibini tamamlaması için Mahmut Tuncer'i beklerken AVM'nin otoparkına ilerliyorduk. 

 Kendimi tek çocuklu bir ailenin annesi gibi hissetmiyordum desem yalan olurdu. İş görüşmesinden çıktıktan sonra Çağatay'ı bir güzel fırçalamayı düşünüyordum ki bana dönüp gülümsedi ve teorik olarak bütün beynim eriyip asfalta döküldü. Öyle ki, Çağatay'ın arabasının önünden geçip gittim ve tam olarak Furkan'ın üzerine bindim. Ve, tabii ki sattığımın dondurmasının. 

 Bir an acı, sonraki an hafif utanç ve bir sonrakinde de bembeyaz gömleğimin üzerindeki kafam kadar pembe lekeyi gördükten sonra her insan ne hissederse onu hissediyordum. Tam olarak: "O NE LAN?". 

 ...

 Ve, şimdi de bulabildiğim ve ekstradan satın aldığım yaklaşık 5 paket ıslak mendili seferber etmeme rağmen hala izi görünen salak dondurma lekesiyle birlikte potansiyel patronum olduğundan bile artık emin olamadığım adamın karşısında oturuyordum. 

 Adamın bakışlarının sürekli oraya gitmesi beni rahatsız etse de onu suçlayamıyordum. Hah evet, siz burayı biliyordunuz zaten. 

...

 "Nasıl gitti görüşme?" 

 "Bok gibi."

 "Lekeden dolayı mı?" dedi ve sert bakışlarım üzerine susmak zorunda kaldı.

 "Lara."

 "Hı?"

 "Bir şey diyeceğim."

 "Ne var?"

 "Ben seni seviyorum."

 SEN DUR DUR BOMBAYI EN SON PATLAT MALAĞA BAK YA. GERİZEKALI. BURADA DEPRESYON TAKILMAYA ÇALIŞIYORUZ SAYGI YA! İLLAHA MORALİMİ YÜKSELTECEK YA GERZEK. 

 "Ben de beni severim iyi seçim."

  Yavru köpek bakışları karşısında gülümsedim.

 "Bunun Türkçe anlamı 'Ben de seni,' salak." 

 Gülümsedi.

 O gülümsediğinde ben de gülümsemek istiyordum işte of ya moralim tavan yaptı işte.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jan 30, 2014 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Bir Yalnızın AnılarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin