Bölüm 1- Açlık Oyunları

697 25 3
                                    

  Küçüklüğünde annesini ağda yaparken yakalayınca ona bir hafta kurt kadın muamelesi yapan biri olarak kendimden hiçbir zaman büyük şeyler beklemediğimi söylemem gerek. Ama Allah aşkına hangi gerzek bakkalın numarasını yazdığı kağıdı Sinekli Bakkal kitabının arasına koyar? Eh, adı lazım değil baş harfi ben. 

 Kendi kendime söverken, bu sefer de annemle konuştuktan sonra bir köşeye fırlattığım telefonumu arıyordum. Ve milyon dolarlık soru: Hangi köşeye? Sonunda telefonumu halının altında -Atış yeteneklerimi gerçekten değerlendirmeliydim. Belki bir kursa yazılırdım.-  bulduktan sonra açlıkla karışık bir heyecanla numaraları tuşladım ve açılmasını beklemeye başladım. 

 Telefonu ağır Güneydoğu şivesine sahip bir adam açtı: "Buyur?". 

 Anan buyursun. Biraz terbiye be. Islah olamamış maymun seni. Açken gerçekten ben ben değildim. Kendime seçici davranacak konumda olmadığımı, midemin açlıktan kendi kendini sindirmeye her an başlayabileceğini hatırlatarak toparlandım ve "Merhaba," diye cevap verdim. "Orası..." 

 Ne yazıyor lan orada? 

 Klasik bir davranış olarak hızlı yazmak uğruna sıçıp sıvamış, normalde inci gibi olmasa da okunabilir olan yazımı, karınca duasına dönüştürmeyi başarmıştım. "Burası ne ablam?" dedi telefonun başındaki sabırsız hırbo.

"Orası şey... Erman Bakkal mı?"

 "Yoo."

"Ertan?"

"I-ıh."

"Erkan?"

"Yok, değil."

"Ersan?"

"Hayır ablam."

"Yanlış aradım herhalde, neresi orası?"

"Ercan Bakkal burası."

Anan Ercan Bakkal senin, söylesene baştan; belli ki yanlış yazmışım işte. Hırbo n'olcak. Şehirli olmanın gerektirdiği bir yetenek olan "iç sesin karşındakine ana avrat saydırırken dış sesin yapmacık, samimi, kibar konuşsun" tavrımı bozmayarak "Hah, evet ben orayı arıyordum." dedim.

 "Buyur ablam." dedi hırboluğundan ödün vermeyerek.

"Ben tostluk ekmek, 100 gram kaşar peyniri, bir paket salam ve bir kutu süt istiyorum." diye sıraladım birkaç salise duraksamanın ardından.

 "Tamamdır ablam, sen adresi ver ben hemen gönderivereyim." dedi hırbo "abla" lafını ısrarla yineleyerek.

 "Tamam, not alıyor musunuz, söylüyorum." dedim ve iki dakika boyunca ahizeden gelen hışırtı seslerini dinledim. 

"Geldim ablam, de bakalım."

"Şimdi kardeş," 40 yıllık ben, olmuştum köylü güzeli Kezban. "Yani beyefendi," diye düzelttim kendimi. Hoş, karşıdaki hırboya "hırbo" da desem, "Kezcan" da desem umursayacağını sanmazdım ya neyse. "Açelya Sokak, Papatya Apartman, Daire: 3." diye kısaca tarif ettim.

 Hırbo hayvansı bir şekilde kıkırdadıktan sonra "Adres mi veriyon çiçek sepeti mi yaptırıyon abla?" dedi ve kendi esprisine bir otuz saniye daha güldü. "Ha ha." dedim, açlıktan kendimi kemirecek durumda olmasaydım sen görürdün hırbo. 

 "Neyse abla. Ben on beş, bilemedin yirmi, taş çatlasa yirmi dakkaya gönderirim senin siparişi." İçimden "O taş senin başında çatlar inşallah, açım lan ben!" demek gelse de içime atıp "Tamam beyefendi, iyi günler." dedim ve akıl hastası olmadan telefonu kapadım.

 İtici yaratık.

 Öküzümsü mahlukat.

 Domuz yavrusu.

Bir Yalnızın AnılarıWhere stories live. Discover now