1: Karın Hışırtısı

12 0 0
                                    

"Arnold görüyorumda ufacık karlarda dengeni koruyamıyorsun."

Ne ufacığından bahsediyor bu adam.

Zorda olsa dengemi sağlamaya çalışıyorum ama Trier'e geleli benim dengem altüst olmuş durumda. Tüfeğime tutunup yürümeye devam ediyorum.

"Hey Sör Arnold o silah kendinizi korumak için eğer bu yolda önüme bir ayı çıksa son isteyeceğim şey silahı baston olarak kullanmaktır hı-hı"

Hay rahip Johan'ın gülüşüne.


Mekan ve zaman bize düşman kesilmiş etraf lanet karlarla kaplı. Tahminimce Köye varmaya 7 kilometre daha vardır ve bizim burada yönümüzü kestirmeye yarayan şey bir elimde ki yağı bitmekte bir gaz lambası ve bu dindarın garip gülüşü...

"İçinizdekini suratınız ele veriyor sör Arnold. Merak etmeyin Tanrı'nın ışığı bizimle." elinde kurumuş tütün yaprağı ile oynuyordu. "En azından burada geberirsen. Bir rahibi koruduğun için kutsanmış sayılacaks-"

"Yeter!" Avazım çıktığı kadar bağırıyordum. "Burada durumumuz ortada! birde senin şu garip konuşmaların..." Adam hiddetime ortak olurcasına bağırmaya başladı.

"En azından şu an yanındayım! Biliyorsun buraya gelmeyebilirdim. Sende tek başına burada kafayı yerdin. Bana teşşekkürünün karşılığı olarak saçma dediğin Tanrı'yı dinleyiver..."

Hava sümüğümü bile dondurabilecek soğukta olmasına rağmen Johan öfkeden domates gibi kıpkırmızı kesilmişti. Elinde ki tütün yaprağını buruşturuyordu. Birşeyi biliyordum. O da benim gibi korkuyordu.

"Üzgünüm Rahib Johan... ikimizde gerginiz ve biliyo-"

"Üzülmene gerek yok Sör Arnold." Bu adamın söz kesmek gibi bir huyu var. Cidden yaşından olsa gerek yetmiş var mıdır? Saçı ve garip bıyığında siyah telden eser yoktu da...

"Ben senin gibi isyanı içinde tüten 7 çocuk büyüttüm evlat. Sen onların yanında benim için tatil gibisin..."

Adamın hüzünlü bir şekilde konuşması meşalenin çıtırtısıyla beraber bana bir an soğuğu ve karanlığı unutturacak gibi oldu. Daha demin ki damarına basılmış adam gitmiş. Cidden Tanrı dedikleri o baba ruha bürünmüştü...

"Hey o seste neydi "dedim. Bunlar muhafızlar olmalı. Köyün muhafızları.

" Hadi yaşlı adam koşmaya başla. "

Ayağımızın altında çıkan karın hışırtılarını herzaman sevmişimdir. Ama böyle bir durumda karın hışırtısını dinleyeceğime. Şöminenin başında ateşli bir kadınla gecemi renklendirmeyi binlerce kez tercih ederim...

"N'oldu Arnold ha-ha" avazı çıktığı kadar bağırıyordu "Benim yaşlı bacaklarım bile seninkileri solladı ha-ha" Önümüzde ki meşale ışıklarını görmek bu ihtiyar dindarın gülüşlerine tahammül etmemi sağlıyordu.

"Lanet olsun Ormana bakın buradayız Heyy!" Umarım uzaktan manda anırması işitmiyorlardır. Çünkü gözlerim kararmaya başlıyordu... Hay aksi düşüyorum...

"Arnooooold!"

Sesi çok garip geliyordu. Vücudumu hissetmiyorum. Kalbimi hissetmiyorum donmuş olmalıyım. Yerde yatarken hissettiğim o boşluk hissi...

"Hey Siz iyimisiniz!!" muhafızlar olmalı koro halinde bağırıyor gibiler. "Hey oradakiler..." Sesler yakınlaşıyordu. çok fazla ayak sesi duyuyordum ya muhafızlar ya da ticari grup olmalıydı. Çıkarttıkları seslere bakılırsa 10 kişiden fazlaydılar.

"Buradayız iki kişiyiz. Götünüzü kaldırın adam ölüyor" Rahip Johan beni omuzlamış olmalı hiçbirşey göremiyorum...

Adamlarda beni omuzlamaya başladılar gelen iki kişiydi.

Umarım buradan bir an önce kurtulurum soğuktan acıyıda hissetmemeye başladım...

Rahip Johan bir yandan beni taşıyarak adamlarla konuşuyordu...Zar zor duyuyordum konuşmalarını çoğunlukla karın çıkarttığı hışırtıları.

"Cadı vakâsıyla ilgili bir sürü dedikodu türemiş bakıyorumda hı-hı. Biz ormanda vahşi hayvanlar tarafından ölmediysek, ya cadılar onları mideye indiriyordur. Ya da dedikodular hayvanları bile korkutmuş olmalı..."

"Ne demek istiyorsun, cadıların dedikodu olduğunu mu?"
Adam kraliçesine hakaret eden biriyle konuşuyormuş gibi sert cevap verdi.

"Yakın zamanda Black Forest'in yakınlarından geçen büyük bir tüccar filosu..." Kardan dolayı tam anlayamadım.
"Herkes kayıplara karışmış" adam avazı çıktığı kadar bağırıyordu.

"Kesin cadıların işi bunlar!"

Bir at arabasına falan varmış olmalılar ki Rahip Johan beni apış aramdan kaldırdığı gibi içeri sokuverdi. İçerinin sıcaklığını azda olsa hissetmek iyi gelmeye başladı. Sonra da içeride ki adamlardan biri üstümdekileri çıkartıyordu... O sıra da dışardan gelen konuşmalar öfke doluydu kimin kızına küfrediyor du bu adam?

"Köyde iki kişide ölmüş. Biri demirci George Hamilton diğeri ise finansçısıymış..." dedi iğrenç sesli adam. ah şu cahil tabaka...

"Kesin cadıların işi!" Daha genç bir ses duyuyordum. Genç cırtlak sesiyle karşılı veriyordu. "Kesin o Robert'in evinde ki kızıl saçlı küçük fahişeyle ilgisi vardır. Neden onu öldürmüyorlar. O mezarı boyladığında köyde lanetten arınacaktır!"

"Kızıl saçlı kızın mezarı boylamamasının tek sebebi Robert'in öteki kızı Elena."

"Ne demek istiyorsun!" dedi cırtlak sesli genç. Sesi tehtitkâr gibiydi.

"Diyorum ki Elena'nın talibi üst sınıftan Bernardo'nun oğlu Adalbert'miş... Herhalde ondan dolayı kızıl saçlı kıza kimse dokunmuyor."

Konuşmaları sürerken vücut ısım normale dönüyordu. İsteksizde olsa şükrediyordum:

-Tanrı'ya

-Rahip Johan'a

Ve aynı zamanda nefretimi kusuyordum olduğum duruma yaşadığım şeylere:


LANET TRİER, LANET CADI VAKASI, LANET SOĞUK...

Kılıçlar ve akan Kan.On viuen les histories. Descobreix ara