Oğlunun gençlik tecrübelerini olabildiğince deneyimlemesini istiyordu. Bu onların evinde, oğullarının sevgilisini mıncıklaması anlamına gelse bile.

Muhtemelen ona teşekkür veya buna benzer bir şey etmeliydim ama kelimelerimin yetersizliği beni çok zorladı ve o odadan çıktığında misafir yatağına kıvrılıp cenin pozisyonu alarak bahar gelene kadar üç ay boyunca komaya girmiş gibi davranıp davranamayacağımı merak ettim. Bunun yerine, Chanyeol kapıyı tıklattı, kaybettiğim tüm uyumlu
düşüncelerime yatıştırıcı bir
gülümseme attı.

Annesiyle yaptığım utanç verici konuşmaya değerdi. O gece, ailesiyle birlikte Noel Arifesi'ni kutladık; genellikle orada ölebileceğim korkusundan annesiyle göz teması kurmamaya çalıştım.

Herkes yataklarına gitmeye hazırlanırken, Chanyeol ve ben merdivenleri el ele çıktık; stüdyosuna doğru yönlenmeden önce misafir odasına kadar bana eşlik etti.

"Hediyeni sana özel olarak vermek istedim, eğer senin için sorun olmazsa."

Utangaç bir şekilde baktı ve... hadi ama... ben Baekhyun'dum. Sanki hayır diyecekmişim gibi.

"O zaman ben de seninkini veririm."

Bu daha adilmiş gibi gelmişti. Ve sanırım ben erkenden hediyesini vermeye heveslenince, o da hediyesini almak için heveslenmişti. Odasının arka kısmındaki paketlenmiş kutuya doğru koştum ve dünyadaki en çok gurur duyulan sevgiliymişim gibi, hediyeyi tuttu.

Israrımla, ilk o açtı ve beğenmiş durması bana hoş bir sürpriz oldu. Yeni bir diş fırçası almıştım. Hep istediği, acayip pahalı olanlardandı. İnternette bunlara diğer erkeklerin porno izledikleri zamanki gibi bakıyordu. Gerçekten.
Bazen o fırçaları benden daha fazla ellemek isteyip istemediğini merak ediyordum. İstemiyordu.
Ancak hiçbir şey onun hediyesiyle kıyaslanamazdı.

Odanın arkasında, brandayla örtülmüş bir şekilde bekliyordu. Yerde duran canlı renklerle döşenmiş,orta boy tuvaldeki bir resimdi. Bu ikimizdik. Birbirimizin yüzüne bakarkenki halimizi çizmişti. On yedi ve on sekiz yaşlardaki halimiz sonsuza kadar donmuştu.
Mükemmel ve güzel. El ele. Gözlerimiz sevgiyle bakıyordu. Anlatabildiğim kadarıyla, bu onun bizi nasıl gördüğünü gösterme şekliydi. Sevgisini ifade ediş şekliydi.

Ve muhtemelen bana âşık olduğunu anlatma şekliydi.

Ağlamadım. Apaçık bir tepki olurdu ama beni mutlu ettiğini bilmesini istedim. Bu yüzden yüzüm acıyana kadar gülümsedim ve kollarımın uyuştuğunu hissedene kadar ona sarıldım. Ellerini saçlarıma koyup çenesini kafama yaslayarak o rahatsız olana dek bırakmadım.

"Bu durumda beğendin?"
Konuşurken sesi nerdeyse kıkır kıkır gülecekmiş gibi çıkıyordu.

"Beğenmekten daha fazlası. Bayıldım."
Son kez teşekkür ettikten sonra misafir odasına geçerek uykuya dalmaya çalıştım. O ikimizin resmini çizmişti, gözlerini ve kendisinin farkında bile olmadığı tatlılığını düşünmekten uyuyamıyordum. Dışarısı muhtemelen on dereceydi ama yabancı bir yatağın içinde terliyordum. Sıcaktı ve canım sıkılmıştı, gizlice odasına gitmek istiyordum. Ancak annesinin önceden konuştuklarından dolayı hâlâ garip hissediyordum.

Duş almaya ihtiyacım varmış gibi hissediyordum. Oflayıp poflayarak yorgan ayaklarımdan birine dolanana ve diğer ayağım da yorgandan sarkana kadar yatağın içinde döndüm.

Yazmayı düşündüm. Müzik dinlemeyi düşündüm. Odada, ayakta duramayacak kadar çok koşmayı düşündüm. Tam kendime görmezden gelmeyi söylerken kapıdan bir ses geldiğini duydum. Korku filmlerindeki, dikkatinizi toplamaya yetecek kadar duyulan kapı gıcırdaması sesi gibiydi. O tuhaf filmdeki Noel Baba gibi giyinmiş deli adamın geleceğini ve Noel Arifesi'nde herkesi katleteceğini düşünmekten çıldırıyordum... Ancak kapı açıldı ve onun delirmiş Noel Baba olmadığını gördüm. Chanyeol'du.

Sadece pijama altıyla duruyordu, yine. Neden burada olduğunu biliyordum. O an beni görmek için gizlice içeri girmiş olması her şeyi daha iyi hale getiriyordu.

"Seni görmek istedim," diye fısıldadı.
Yorganın altında yer değiştirip sırtımı yatak başına dayayarak onu davet etmekte duraklamadım bile.

Yorganın altına süzülürken vücudu benim yanan vücuduma karşı onunki soğuk koridorda yürümekten serinlemişti. Ellerini yüzüme koyunca tüylerim ürperdi, vücudumun nasıl tepki verdiğinin farkındaydım. Merhaba,diye fısıldadım ve kısık ışığın altında bana gülümsedi, parmakları parmak uçlarıyla her yerini hatırlatıyormuş gibi omuzlarımda dolandı. Derime işlenmiş ağaç dallarının üzerinden hafifçe parmaklarımı sıyırarak geçti. Bana dokunduğunda kendimi sakınmadım. Kabul ettim. Hediyesini beğendiğimi tekrar söyledim ve cevap olarak dudağımın kenarını öptü.

"Noel hediyesi olarak uygun olacağını umuyordum. Annem bunu beğeneceğini düşündüğünü söyledi."
"Annen haklıydı."
"İletirim."

Ona âşık olduğumu söylemek için erken değildi. Biliyordum, değildi. Ancak acayip korkuyordum. Çünkü nasıl karşılık vereceğinden emin değildim. Bunun yerine onu, ona söylemek istediğim şeyi hissedeceğini umarak, yapabildiğim kadar yumuşak bir şekilde öptüm. Ortam çok hızlı bir şekilde ısınmıştı,bir anda birbirimize dolanmıştık. Bu konuda bir hayli uzmanlaşmıştık. Dokunmakta.
Öpüşmekte. Çekinmeden keşfetmekte.

Buarada nerdeyse tüm kıyafetlerimizi çıkarmıştık ve daha önce daha küçük şeyler yapıp öpüşmemize rağmen, daha fazlası olmak üzereydi. Çünkü öpüşmek, dokunmayı getiriyor; dokunmak pantolonunuzun inmesini getiriyor ve oraya doğru gelmeye başlıyordunuz. ORAYA. Biz çıplakken dokunduğum "orası"yla karışmasın. İlk defa bu kadar ileriye gitmiştik. İlk defa ellerimizi kıyafetlerimizin üzerinden koymamıştık. Bu yüzden ben, bir kere daha hazır olmadan daha ileriye gitmemek için onu durdurmak zorunda kalmıştım. Yani, onun hazır olup olmadığını bilmiyordum. Ben değildim.

O sırada büyük bir adım atıp çok yakınlaştığımızı fark ederek yataktan zıpladı, gözleri genişlemişti ve kestirme yoldan banyoya gitmeden önce ellerini saçlarında gezdirdi. Sanırım, kucaklaşmak, o banyonun kapısını çarparken yatakta oturmaktan daha iyi olurdu. Ancak olan buydu.

azureWhere stories live. Discover now