VIII - HİKÂYENİN SONU

276K 12.6K 3.2K
                                    


SERZENİŞ LEYL 

8.BÖLÜM

HİKÂYENİN SONU

🍂

Doğduğumuz günden öleceğimiz güne dek mütemadiyen kandırıyor ve kandırılıyorduk. Şu meşhur, yarınların güzel olacağı yalanıyla. Çocukluğumu bu yalanla avutup, hiçbir zaman tam anlamıyla mutluluğun tadına varmamış ve en içten gülüşlerimi bile güzel olacağına inandırıldığım yarınlarım için saklamıştım. Şimdi ise her şeyinden şikâyet ettiğim yıllarımı özlemekten bitap düşüyordum. Her geçen gün biraz daha eksiliyordum. Umudum tükenmekte olan bir mumun cılız ışığına benziyordu, söndüğünde ve karanlık çöktüğünde her şey bitecekti. Yüksekçe bir binanın tepesinden, avazım çıktığı kadar haykırmak istiyordum geride kalan yıllarıma ve kıymetini bilemediğim çocukluğuma. Gökyüzündeki son uçurtmanı vursalar da ağlama. Zira büyüdüğünde uçurtma uçurabilecek bir gökyüzün bile olmayacak.

'Zavallı gelecek,' diyordu Maksim Gorki benim durumumu özetler gibi. 'İnsanlar ona öyle çok umut besliyorlar ki, gerçekleştiğinde bütün çekiciliğini yitiriyor!'

Saatlerimiz yolda geçmişti. Bora şehir dışına çıkacağımızı söylediğinden beri dilimden onlarca itiraz uçup gitmişti ama hükmüm geçersizdi. Üstelik nereye gideceğimizi bile söylemiyordu. Şarjım tamamen bitmişti. Onun telefonundan anneme kısa bir mesaj atıp, birkaç gün boyunca eve gelmeyeceğimi haber etmiştim. Birkaç günlük yokluğumu nasıl karşılayacaklarını merak ediyordum. Babam en fazla kızar ama onun dışında bir şey yapmazdı, nitekim eli kolu bağlıydı. Sadece abimden yana tedirgindim. O biraz daha tersti. Annemin tek korkusu, Bora'nın benden sıkılıp ayrılacak olmasıydı. Bunu çok kez ima etmişti. Bu nedenle hep kendimi korumam gerektiğini söyleyip dururdu.

Saat dördü geçtiğinde uykuya daha fazla dayanamayarak koltuğu geri yaslayıp gözlerimi kapatmıştım. Arabada ısıtıcı çalıştığı için fazlasıyla gevşemişti vücudum. Bir saat kadar deliksiz uyumuş sonrasında yolların gürültüsüne uyanmıştım. Arada bir kafamı kaldırıp nerede olduğumuza bakıyor, nereye gittiğimizi çözmeye çalışıyordum. Bolu'yu ve Düzce'yi geride bıraktığımızda Sakarya il sınırları içerisindeydik, saat sabahın beşini geçiyordu. Muhtemelen İstanbul'a doğru gidiyorduk.

Bölük pörçük uyumaya çalışmaktan vazgeçip gözlerimi yola diktim ve bir saat boyunca havanın aydınlanışını seyrettim. İkimizde sessizdik, neredeyse iki buçuk saattir yoldaydık ama tek kelime etmemiştik. Tan yeri tamamen ağardığında İzmit otobanda bir dinlenme tesisinde arabayı uygun bir yere park etti Bora. Sadece lavabo ihtiyacımız için duracağımızı düşünmüştüm ama belli ki işi uzun sürecekti. Emniyet kemerlerimizi çıkarırken, "Lavaboya gideceğim," diye konuştu sessizce. "Sen de gidecek misin?"

Evet dercesine kafamı sallayarak arabadan çıktığımda kendimi dımdızlak ortada kalmış gibi hissediyordum. Yanımda bir çantam bile yoktu. Üstümde dar beyaz bir tişört, altımda açık mavi kot pantolonum vardı. Tek yaptığım üzerimdeki ince hırkaya sıkı sıkı sarılmaktı. Bu kadar hazırlıksız bir halde Ankara'dan kilometrelerce uzaklaşmış olduğuma inanamıyordum. Kim bilir ne kadar berbat görünüyordum.

Bora önümden yürüyordu, ben birkaç adım arkasından yürürken fark ettirmeden onu izliyordum. Açık mavi, kot tarzındaki gömleğinin tek bir yerinde bile kırışıklık yoktu. Siyah ve gür saçları dağınıktı ama asla benimkiler gibi karmaşık görünmüyordu. Benim aksime o kadar göz alıcı bir duruşu vardı ki kendimi ister istemez kötü hissediyordum.

SERZENİŞ (KİTAP)Where stories live. Discover now