Omuzumda olan çantanın askısını sıkıca kavrayıp merdivenlere yöneldim. Attığım her adımda kalbime bir sızı yerleşiyordu. Ve attığım her adımda bir gün önceki Kağan'ı görmemek için dua ediyordum.

Ama ne yazık ki salona girip  yemek masasına yöneldiğim sırada hüzün bir yük olup omzuma çöktü.

Bir gün önceki Kağan, bir gün önceki bakışlar, bir gün önceki yüz hatları. Ve benim bir önceki güne nazaran katlanan hüznüm ve umutsuzluğum.

Kendimden emin tutmaya çalıştığım ama başaramadığım adımlarım ile masaya ulaşıp oturdum. Belki sesi, belki sesindeki o ifadesizlik değişmiştir diye düşündüğüm için konuştum.

"Günaydın abi," dediğimde sesimi neşeli çıkarmaya çalıştım ama ne yazık ki o da adımlarım  gibi başarısız olmuştu. Neşeden çok çaresizlik hakimdi ses tonuma, mutsuzluk hakimdi, sarsılmış bir ton vardı, kırılmış, korkak...

Yüzünü inceledim. Bir cevap bekledim ama o kafasını bana çevirme zahmetine bile girmedi. Kahvaltısını etti, telefonu ile uğraştı, tek saniyeliğine bile olsa bana bakmadı. Yemin ederim yanlışlıkla bile bana kaymadı bakışları.

Derince bir soluk çektim içime yaşları geri yollamak için. Ve kalbimden gelen kırılma seslerini bastırmak için kendi kendime mırıldanmaya başladım.

Bir şeyler yemek istemediğimden sadece onun kalkmasını bekledim masadayken.

Dakikalar geçmesine rağmen ben hala kendi kendime mırıldanıyordum. Anlamsız bir biçimde yapıyordum bunu. Kelimelerimi ben bile seçemiyordum. Dedim ya, sadece kalbimden gelen gürültüyü önlemek içindi bu.

Bu hareketim, öne eğik olan başım, eteğimin üzerinde birbirine kenetli olan ellerim, üç saniyede bir yutkunmam çaresizliğimin göstergesi olmuştu.

"Mırıldanmayı kes artık! Bu da kafa." Bir anda keskin sesi kulağıma dolunca gözlerim kocaman olmuştu. Bağırmamıştı ama sesi oldukça sertti. Bir kez daha yutkunup başımı usulca kaldırdım.

Bakışları bendeydi. Telefonda olmasını tercih ederdim. İfadesiz gözleri kalbimi iyice parçalıyordu çünkü.

"Özür dilerim," dedim titremesine engel olamadığım sesim ile. Bir an gözlerini pişmanlık sarar gibi oldu ama bu, 'göz yanılgısı' diyebileceğim kadar kısa sürmüştü.

"N'oldu abi?" diye soruverdim birden. Tutamadım kendimi. Kırık kalbimin daha da acıyacağını düşünmeden soruverdim. "Şu geçen zamanda ne değişti de yine eskiye dönüyorsun?" Sonunu düşünmeden sordum. Çünkü eğer sormasaydım çıldıracaktım.

Bakışları ağzımdan çıkan her kelime ile daha da ifadesizleşiyordu. Yüzü daha da sert bir hal alıyordu. Ve çenesi iyice kasılmıştı.

"Sen değişiyorsun," dedi tenime işleyen buz gibi sesi ile. Buğulu olan düşüncelerim bununla birlikte iyice bulandı.

"Bu ne demek oluyor?"

Ben mi değişiyordum? Ben... Değişmiyordum ki. Ben hala aynı bendim.

"Sana ondan uzak dur demiştim. Ama sen beni dinlemedin." Öyle soğuk, öyle ifadesiz konuşuyordu ki, sanki karşısında kardeşi değil de herhangi bir yabancı vardı.

Kurduğu cümleyi idrak etmem uzunca bir süremi almıştı. Ama idrak edince beynimde çığlıkların kopması tek saniyemi almıştı.

Bana bir tek Merih'ten uzak dur demişti. Şaşkınlığım iyice artıyordu.

"Be-ben..." diye kekelemiştim ki sertçe oturduğu sandalyeyi geriye itip yerinden kalktı. "Sen..." dedi tıslarcasına ve ardından ekledi. "Sadece unutmaman gerekirdi." Ruhsuz bir biçimde sarf etmişti bu cümleyi.

KARANLIK İKİLEMWhere stories live. Discover now