47. BÖLÜM

568 50 9
                                    

Kana bulanmış çocukluğumun çığlıkları kaybolmuşlardı. Yosun tutmuş hayallerim görünmez olmuşlardı. Dibe çöken umutlarım o dipte saklanmış; getirdiği umutsuzluğu hediye etmişlerdi. Ve ben çocukluğumu diriltmek istiyordum. Ölen sadece ruhum değil, çocukluğumdu, hayallerim, inançlarımdı da... Yok olan sadece benliğim değil, geleceğimdi de.

Gecenin o puslu karanlığı bir sis misali perde çektiğinde, gerçekler tamamen açıkta kalmış, diğer her şey o karanlıkta kaybolmuşlardı. Benim sessizliğim, çığlıklarımın suskunluğundandı, haykırışlarımın umutsuzluğundan...

''Ne inatçı bir şey çıktın sen ya?'' Diye sitem eden Yeşim'e dik dik baktığımda, tüm ikna çabalarını geri çevirmeye devam ettim. ''Hayır dedim Yeşim, Savaş'ı asla affetmeyeceğim.'' Yeşim oflayarak başını yere eğdiğinde sessizliğinden güç alarak konuştum, ''Eğer onu affedersem kalan ufacık gururum yok olur.'' Yeşim üzgün bakışlarını bana yolladığında, ''Asel çok pişman diyorum, anlamıyor musun, anlamak mı istemiyorsun?'' dedi. Pişmanlığın esinsitinde savrulan inancım benliğimden farksızdı. ''İki gün onun pişmanlığı, sonra yine eski Savaş oluyor. Ben artık kaldıramıyorum.'' Yeşim ellerimi tuttuğunda ona anlamsız bakışlar attım. ''Sadece bir şans, lütfen Asel. Tek bir gün,'' dedi umutla gözlerime bakarak, ''Bak tek bir gün geçirin, izin ver lütfen. O günden sonra söz veriyorum Savaş'ın adını bile duymayacaksın benden, hadi, lütfen.'' Karşımda sanki çocuk varmışcasına gözlerine baktım.

Tek bir gün. Ne kadar kötü olabilirdi ki?

''Tamam,'' dedim başımı olumlu anlamda sallayarak, ''Sadece tek bir gün.'' Yeşim'in üzgün bakışları parladığında adeta bir çocuk gibi gülerek bana sarıldı. Sarılışına karşılık verdiğimde bir süre öylece kaldık ardından Yeşim benden ayrılıp ayağa kalktı. ''Hemen Savaş'a haber vermeliyim, sende hazırlan rahat rahat,'' dedi telefonunu çıkarıp ve çıkışa doğru ilerledi, ''Hoşça kal.''

O olayın ardından iki hafta geçmişti ve ben iki haftadır Savaş ile tek kelime etmiyordum. Her ne kadar konuşmaya çalışsada hepsini yanıtsız bırakıyordum. Yavaş adımlarla odama çıktığımda bordo bir kazak ve siyah pantolon giyinerek, saçlarımı açık bıraktım. Tekrar uyuşuk adımlarla aşağıya indiğimde kapı açıldı ve gözlerim, mavi gözlerle karşı karşıya geldi. Gözlerinin ardındaki parıltı kendini belli etmek istermişcesine parladığında içimde yeşeren umut çiçeğini kendi ellerimle koparıp attım. ''Hazır mısın?'' dediğinde hiçbir şey söylemeden ceketimi giyip evden çıktım. Arkamdan geldiğini ayak seslerinden anlayabiliyordum ama onunla konuşmak istemiyordum. Yalan söyledim, bal gibide istiyordum. Arabaya bindiğimizde hiçbir şey söylemeden çalıştırdı. Bir süre sessiz bir şekilde kullanmaya devam ediyorken artık sıkılmış olacak ki bakışlarını yoldan ayırmadan konuştu, ''Hep böyle susacak mısın?'' Sessizliğim onu çıldırtıyordu ve açıkcası sinirli bir Savaş Doğan beni tatmin ediyordu. ''İyi,'' dedi birden gaza yüklenerek, ''Bunu sen istedin.'' Ani hızından dolayı boşluğuma geldiği için uçmamak adına elimi torpitoya yaslayarak savunmaya geçtim ve kendimi durduramayarak bağırdım. ''Yavaş olsana!'' Cümlem onu güldürdüğünde kendime lanet ederek saçlarımı geriye doğru attım. Bilerek yapmıştı. ''Konuş benimle Asel.'' Çığlıklarımın ardında yatan suskunluğum başını iki yana sallamış, konuşmamam adına diretse de Savaş arabayı daha da hızlandırarak buna engel oluyordu. ''Savaş, yavaş kullan şu arabayı.'' Bilmediğim bir yola saptığında etrafın ıssızlığından ürkmüştüm. ''Nereye götürüyorsun beni?'' dediğimde bu sefer susan taraf o olmuştu. Resmen beni çıldırtmaya çalışıyordu. Ama ona istediğini vermeyecektim. Hiçbir şey söylemede başımı cama yasladığımda ne o konuşuyordu ne de ben. Yaklaşık 20 dakika sonra gözkapaklarım ağırlaştığı esnada arabanın durmasıyla yerimde doğruldum ve geldiğimiz ormanı incelemeye başladım. ''Neresi burası?'' dediğimde arabadan indi ve benim kapımıda açarak bileğimde tuttu ve indirdi. Ben araba ve Savaş arasında kaldığımda gözlerimi ona diktim. ''Yürü,'' dedi bileğimden tutmaya devam ederek sürükleyip. Ara sıra ayağıma takılan ağaç dalları yüzünden sendelesemde Savaş düşmeme engel oluyordu. Biraz yürüdükten sonra karşıda gördüğüm minik bir ev dikkatimi çekmeyi başarmıştı. Savaş beni o eve doğru götürmeye devam ettiğinde, cebindeki anahtarı çıkardı ve dağ evinin kapısını açtı. İçeriye girdiğimde etrafın gayet temiz ve sıcak olduğunu fark ettim. ''Neresi burası?'' dedim bilmem kaçıncı kez. Ama bu sefer sorumu yanıtsız bırakmadı, ''Yeşim'in anneannesinin evi.''

KARANLIĞIN İZLERİ (KİTAP OLDU)Where stories live. Discover now