Herkesin kendine göre dertleri vardı yaşadıkları bu hayatta. Herkesin acısı kendineydi. Kim bana baktığında benim ne yaşadığımı, nelerin üstesinden geldiğimi ve ya nelerin altına ezilip güçsüz kaldığımı bilebilirdi ki?

Dış görünüşüyle bir insanı yargılamak ve ya damgalar vurmak o kadar kolaydı ki. Bugüne kadar herkes beni dış görünüşümle yargılayıp hakkımda öyle kararlar vermişlerdi. Peki, insanların dış görünüşü ve davranışlarıyla onları yargılayan insanlar yargıladıkları kişinin neler yaşadığını biliyorlar mıydı ki?

Bilmiyorlardı gerçekler hakkında kimsenin zerre kadar bile bilgisi yoktu. Onlar sadece bir yalan perdesinin ardından dünyayı izleyip bu yalanlara inanmayı seçenlerdi. Onlar en çok gerçeklerden korkuyorlardı aslında.

Üniversiteye vardığımda kulaklığımı ve telefonumu çantamın arka cebine attım ve ikinci kata sınıfa çıktığımda karşımda Baha'yı görmemle öfkeyle yumruklarımı sıktım. Hala hangi yüzle karşımda duruyordu aklım almıyordu.

''Senin şu an hastanede sevgilinin yanında olman gerekmiyor muydu?'' diye sordu ifadesiz bir şekilde. Baha'nın şu an karşımda durup bana böyle bakması canımı yakıyordu.

''Bu seni hiç ilgilendirmez.'' diye tısladım dişlerimin arasında. Şimdi burada durup Baha'yla Yücel'le aramda olan ilişki hakkında konuşacak değildim.

Yani Yücel'le aranda olmayan belirsiz ilişkiden diye düzeltti bilinçaltım.

''Ne o yoksa Yücel'i en zor zamanında terk mi ettin?'' diye sordu buram buram alay kokan sözleriyle. Baha'nın karşımda sarf ettiği her bir söz benim daha da öfkelenmeme neden oluyordu. Onu görmeye tahammül edemiyordum! Onu görmek kabuk tutmuş yaralarımın tekrar kanamasına ve ruhumun işkence çekmesine neden oluyordu.

''Ben bugüne kadar kimseyi terk etmedim. Herkesi kendin sanma.'' dedim tiksinircesine ona bakarak.

''Sözlerine dikkat et!'' dedi tehditkâr bir tavırla kolumu tutarak.

''Nasıl olmuştu da sana âşık olmuştum ben?'' diye sorduğumda bu soruyu aslında kendime soruyordum. Böyle bir adama âşık olmak bir nevi ölümü seçmek gibiydi. Ölüme âşık olmak gibi.

''Bana karşı hiçbir şey hissetmiyor musun Dolunay?'' diye sordu Baha gözlerimin içine bakarak. Hızla kolumu elinden kurtardım ve ondan birkaç adım uzaklaştım.

''Hayır.'' dedim yutkunarak. Bir zamanlar onu her şeyden çok seven ben şimdi Baha'ya ona karşı hiçbir şey hissetmediğimi söylüyordum. Beni tek bir sözüyle paramparça edip, yine tek bir sözüyle yıldızların üzerine çıkaran adama şimdi hissiz bir şekilde bakıyordum.

Sen gittikten sonra aylarca seni aradım demedim ona. Ya da senden sonra bir daha kimseyi sevemedim diyemedim. Geri geldiğinde onu Merve'yle gördüğümde neler hissettiğimi, nasıl hayal kırıklığına uğradığımı, nasıl mahvolduğumu söylemedim mesela.

''Sana karşı hiçbir şey hissetmiyorum. Nefret dahi etmiyorum senden. Çünkü nefret de çok güçlü bir histir. Ve sen benim nefretimi dahi hak etmiyorsun. Benim için bir yabancıdan farkın yok. Bir daha asla görmek istemediğim bir yabancı.'' dedim arkamı dönerek ve hiçbir şey söylemesine izin vermeden hızla yanından uzaklaştım. Aslında söylediklerimin hepsi bir yalandan ibaretti. Onu görmek hala canımı yakıyordu. Bu ona karşı hala bir şeyler hissettiğimin kanıtıydı. Ama artık bunun aşk olmadığını biliyordum sadece kırgınlık ve hayal kırıklığıydı.

Sınıfa girdiğim an tuttuğum nefesimi dışarı verdim. Boğazımda bir yumru oluşmuştu ve ne kadar uğraşırsam uğraşayım geçmiyordu. Neden geçmiş bir türlü peşimi bırakmıyordu? Neden bu kadar çok canım yanıyordu?

Bana Görünmeyeni Anlat Where stories live. Discover now