Nick gelip Alex'in önüne bir kağıt koydu. Kağıtta çok önemli bir şey yazıyor olmalıydı belli ki duymamız istenmiyordu. Kağıtta her ne yazıyorsa Alex için kötü bir şey olmalıydı, yüzündeki sırıtıştan eser kalmamıştı. O sırada içeri takım elbiseli ve oldukça karizmatik görünen bir adam girdi. Tüm vampirler ayağa kalkınca ne yapacağımı bilemedim. Kimdi bu adam? Alex'in sevmediği biri olmalıydı çünkü yüzüne bile bakmamıştı. 

Adam Alex'in birkaç adım ötesinde durdu ve vampirlere oturmaları için işaret yaptı. "Merhaba, kardeşim." Adam elini Alex'in omzuna koyunca şaşırmıştım. Gelen adam Alex'in abisi miydi? Yüzleri azda olsa benziyordu fakat birbirlerinden hoşlanmadıkları kesindi. Alex yüzüne sahte bir gülüş yerleştirip ayağa kalktı ve "Hoşgeldin, abi." dedi. Sonra ikisi sanki kırk yıllık dostmuş gibi sarıldılar. Olanları şaşkınlıkla izlerken Alex bize doğru döndü. "Teo ile tanışın. Kendisi en sevdiğim aile üyemdir." 

Teo, Alex'in kurduğu son cümleye gülerken az önce Alex'in oturduğu sandalyeye yerleşti. Etrafa göz atmaya başladı, bir süre sonra da gözlerimiz buluştu. Gözleri en az Alex'in gözleri kadar canlı bir renge sahipti. Ondan tek farkı Teo'nun gözlerinin renginin mavi olmasıydı. Bu öyle bir maviydi ki, onun yanındayken bir daha deniz görmeye ihtiyaç duymazdınız. 

Teo bana gülümsedikten sonra Alex'e döndü. "Bu güzel hanımefendiyle tanışmak isterim." diye mırıldandığında Alex'in göz devirmesi bahçeden bile görülebilirdi. O anda gelen gülme isteğimi bastırmaya çalışırken Teo yeniden konuştu. "Kardeşim kız arkadaşını benden mi kıskanıyor yoksa?" 

Salondaki tüm vampirler gülerken Alex ve ben gülmüyorduk. "Adım Alexandra." diye yanıtladım. Teo'nun bakışları bana dönerken Alex konuştu. "Beni tanımıyor gibi konuşuyorsun. Benim yanımdaki kadın en az benim kadar güçlü olmalı." deyip şaka yapıyormuş gibi Teo'nun omzuna vurdu. 

"Bilmez olur muyum?"

Teo gülerek ayağa kalktıktan sonra yanıma geldi. "Memnun oldum hanımefendi." Teo elimi öpmek için hamle yaptığında Alex onu durdurdu. "İstersen seninle özel konuşalım, abi." Teo Alex'in bu davranışına güldükten sonra bana başıyla selam verdi ve bahçeye çıkmak üzere kapıya yöneldi. 

"Bu neydi şimdi?" 

Percy yanıma gelip bu soruyu sormuştu. Aynı zamanda herkes Alex ve Teo'nun ne konuştuğunu duymaya çalışıyordu. Fakat buna karşı hazırlıklı olmalıydılar çünkü Bulgarca konuşuyorlardı. Makedonya'da doğduğumdan bu dili anlayabilecek kadar biliyordum. Ama bunu kimseye söylemedim çünkü Alex başıma bela olabilirdi. 

"Birde abisiyle uğraşacağız desene!" Jack kafasını uzatmış bahçeye bakıyordu. 

"Aynen. Ailecek tuhaf bunlar." Jane onu onayladığında pencerenin önü vampirlerle dolmuştu. 

Kalabalıktan uzaklaşmak için yukarı çıkmaya karar verdim. Jane ve Jack beni takip ediyor, aynı zamanda da Teo ile ilgili konuşuyorlardı. "Yakışıklı adammış Teo." dedi Jane ama Jack onunla aynı fikri paylaşmıyordu. "Hayır, sadece gözleri güzel. Alex daha yakışıklı bence." dedi. 

Konuştukları konu bende kusma isteği uyandırsa da sesimi çıkarmadım. Onları kırmak istemiyordum. Onlardan başka kimsem olmadığı düşünülürse bu yaptığım mantıklıydı.

"Teo Alexandra'yla çok ilgilendi. Fark etmedin mi?" dedi Jane neşeli bir sesle. Fakat sinirlerim yavaş yavaş gerilmeye başlamıştı. Adımlarımı hızlandırdım ama pek bir faydası olmadı. "Kusura bakma ama ben hala TeamAlex'çiyim. " dedi Jack ve gülüştüler. 

"Bu saçmalığa bir son verseniz?" diyerek arkamı döndüğümde ikisi de sustu. Odamın kapısını hızla açıp kendimi içeri attım. Bir dakika sonra Jane ve Jack içeri girdi. İkisi birbirine bakıyor, arada bana kaçamak bakışlar atıyorlardı. "Sadece eğleniyorduk Alexandra." dedi Jack sonunda. 

Bunu diyeceklerini biliyordum ve cevabımı çoktan hazırlamıştım. Bu yüzden tereddüt etmeden söyleyiverdim. "Kendinize eğlenecek başka bir şey bulun." 

Bunu sert bir şekilde söylemiştim, ikisi de cevap vermedi. "Yalnız kalmak istiyorum." dedim sonunda. Yatağıma uzandım, gözlerimi kapattım. Nefes alıp verişlerini duyuyordum. Hala buradaydılar. 

"İstediğin gibi olsun." 

Jack hızla odayı terk ettiğinde gözlerimi araladım. Jane hala buradaydı, en sonunda "Bu gidişle yalnız kalacaksın zaten." deyip çıktı. Çıkarken kapıyı çarpmayı da ihmal etmemişti. Onları kırmamak adına gösterdiğim büyük çaba sonuçsuz kalmıştı. Önce Percy şimdiyse Jane ve Jack. Sevdiğim herkesi bir bir kendimden soğutmayı başarıyordum. Eskiden olduğu gibi. 

********************

Zifiri bir karanlık...Bu öyle bir karanlık ki yalnız gözlerimi değil, zihnimi de ele geçiriyordu. Hareket edip edemediğimin farkında değildim. Uzaktan, çok uzaktan ince bir kadın sesi duyuyordum. Adımı söylüyordu. Bir anda beynimin içinde bu ses yankılanmaya başladı. Alexandra. Alexandra. Alexandra... 

Sesin sahibini göremiyordum. Sanki o her yerdeydi. Bir süre sonra her şey netlik kazandı. Geçen gece annemi gördüğüm yerde duruyordum yine. Görüşüm iyice netleşince onu gördüm. Bu sefer benden birkaç metre uzakta duruyordu. Yüzünde telaşlı bir ifade vardı. 

"Anne?" dedim sorar gibi. Gözlerini gözlerimle buluşturdu. "Alexandra. Zaman geldi." 

Kaşlarımı çattım. Neyin zamanı gelmişti? Annem yine bilmece sorar gibi konuşuyordu. "Neyin zamanından bahsediyorsun?" diye sordum fakat oralı olmadı. "Bir dahaki dolunayda. Elma ağacının altında seni bekliyor olacak. Bana güven." dedi ve gözden kayboldu. 

"Kim?" diye sordum ama cevap gelmedi. "Kim beni bekliyor, anne?" Yine cevap yoktu. Annemin meleksi sesinin yerini koca bir sessizlik almıştı. Etraf yeniden karanlığa bürünürken kalp atışlarımı duyabiliyordum.

Yataktan öyle bir hızla fırlamıştım ki kendimi yatağın en ucunda buldum. Hızlı hızlı nefes alıyordum, kalp atışlarımı hissedebiliyordum. Korkuyla etrafa bakındığımda gördüğüm tek şey rüzgarın etkisiyle uçuşan perde oldu. Biraz hava almaya ihtiyacım vardı, aklımı kaçıracak gibi hissediyordum. Kapıyı hızla açıp merdivenlere yöneldim. Diğerlerini uyandırmak istemiyordum ama ne kadar dikkat etsemde gürültü çıkarmama engel olamıyordum. 

Alex'in odasının önünden geçerken Teo'nun sesini duydum. Bir yandan da eski bir şarkının sözleri ulaşıyordu kulaklarıma. Gizli bir şey konuşuyor olmalıydılar, bu saatte müzik dinlemelerinin başka bir açıklaması olamazdı. Kendime engel olamayarak Teo'nun sesine odaklanmaya çalıştım. "Onun kim olduğunu bilmiyorsun." dedi. Sesi öfkeli çıkıyordu. Biraz sonra Alex'in her zamanki alaycı tavrını duydum. "Bana yaptığın onca şeyden sonra gelip sana inanmamı bekliyorsun öyle mi?" diye sordu. 

Teo daha da öfkelenmişti. "Senin bana yaptıklarının yanında benimki hiç kalıyor Alex." 

Teo cümlesini bitirdikten sonra araya uzun bir sessizlik girdi. Bahçeye çıkmak için adım attığımda Alex'in sesini duydum. "Neyin peşinde olduğunu bilmiyorum ama ya yanımda savaşırsın ya da ne olacağın umrumda değil." 

Bunu o kadar sakin bir sesle söylemişti ki gören masal anlatıyor sanırdı. Teo bu tehdit karşısında tepki vermedi. Burada durdukça yakalanma ihtimalim artıyordu, bu yüzden adımlarımı bahçeye yönlendirdim. Zaten konuştuklarından hiçbir şey anlamamıştım. 

Teo kimden bahsediyordu? Neden herkes bilmece gibi konuşuyordu? Kafam o kadar karışıktı ki... Annemin sesi beynimin içinde dönüp duruyordu. "Dolunayda. Elma ağacının altında. Seni bekliyor olacak. Bana güven." Beni kim bekliyordu? Annem hiçbir ipucu vermemişti. Dahası bu, beynimin bana oynadığı bir oyun olabilirdi. Bir tuzak olabilirdi. Hiçbir şey bilmiyordum. Gidip gitmemek konusunda kararsızdım. Karar vermek için zamana ihtiyacım vardı. Fakat yeterli zaman yoktu. Çünkü dolunaya yalnızca iki gece kalmıştı.

Beğendiğiniz replikleri bana mesajla ulaştırabilirsiniz, diğer çalışmada paylaşıyorum. Ayrıca hikayeyle ya da benimle ilgili merak ettikleriniz için Ask.Fm hesabımın linki profilimde!


İçgüdüUnde poveștirile trăiesc. Descoperă acum