Bölüm 39- Şehrin İçinde

Start from the beginning
                                    

   Yeşil cübbesinin uçları rüzgarla dalgalanırken, Trin'in yüzünde endişe dolu bir ifade vardı. İnsanın yalnız olduğu zamanlarda aklına üşüşen düşünceler kişiyi normalin daha üstünde bir temkine ve endişeye sevk ettiği için, Trin de aklının bu oyununa yenik düşmüş ve zihninde komplo teorileri üretmeye başlamıştı. Belki de Lai diğer ailelerin saldırısına uğrayarak hayatını kaybetmişti? Ancak bu düşüncesinin akademinin içindeki güvenliği hesaba kattığında ne kadar saçma olduğunun farkına varması uzun sürmemişti. Zaten düşman ailelerden Lai'yi bilenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar azdı. Aklına gelen bir diğer düşünce ise imparatorluğun Lai'yi akademiye kabul etmemesiydi. Lakin yine geçerli bir sebep göstermeden bunu yapmaları, bütün çocukların bu tehdit altında olduğunu göstereceğinden, imparatorluğun böyle bir şey yapmaya yeltenmeyeceğini düşündü ve başını iki yana sallayarak kendine gelmeye çalıştı.

  Başını batıya çevirdiğinde karşısında dikilen ve saçları eskisinden oldukça kısa olan tanıdık bir çocuk görmüştü. Çocuğun bilye gibi parlayan siyah gözleri etrafa ışıklar saçıyor ve yırtıklarla dolu cübbesi rüzgarla dalgalanıyordu. 

   Lai'yi görür görmez olduğu yerde donakalan Trin, çocuğun gözlerindeki ve dudaklarındaki gülümsemeyi görünce Lai'nin testi geçmeyi başardığını anladı ve geniş, gök gürültüsüne benzer bir sesle yankılanan bir kahkaha patlattı. Şimdi ne mi yapacaktı? Önce Lai'yi kucaklayıp onu şehirde biraz gezdirecek ve geceyi Adeo'nun Yeri'nde sabahlayarak geçirecekti! 

  ''Sormama gerek bile yok değil mi?'' 

  Geniş gülümsemesini yüzünden düşürmeyen Trin Lai'ye doğru birkaç kelime savurdu. Lai'nin başıyla onayladığını görünce çocuğun tek bir kelime bile etmesine izin vermeden ileri atıldı, onu kollarıyla sardı ve çocuğa sımsıkı sarıldı.

  Lai bir an için bütün bedenindeki kemiklerin çatırdadığını hissetmiş ancak kısa bir sürenin ardından küçük kollarını abisinin boynuna dolamıştı. Ailesinin ölümünü yüzlerce kez yaşamış, ormanda kadim bir ejderhayla bir iki hamle değiş-tokuş yapmış ve yıldırım altında sınanmış bu çocuk, daha on üç yaşında bile değildi! Her ne kadar yanında birine ihtiyaç duyduğunu kabul etmek istemese de abisinin görüntüsü bile onun bu korkunç sınava dair düşüncelerini dağıtmayı başarmıştı. 

  Kahkahalar havada uçuşurken köprünün başında, peri masallarındaki güzellere meydan okuyabilecek bir güzellikte olan, yeşil gözleriyle ona bakanın anında kalbini çalmayı başaran bir kadın seçilebiliyordu. Hafif kırmızı yanakları ve uzun siyah saçlarıyla yüzünde geniş bir gülümseme yer etmiş olan bu kadın en fazla yirmi beş yaşında görünüyordu. Uçları kıvırcık olan saçlarını toplamayı sevmeyen ve sinirlenince Trin'e benzer bir şekilde zebaniye dönüşebilen bu kadın, Lai'nin abla dediği Aries'ten başka biri değildi! 

  Kardeşinin ve abisinin sarıldığını görünce adımlarını hızlandıran Aries, kar beyazı elbisesi içinde Lai'nin gözlerini kamaştırmış ve ilk başlarda Lai ona doğru gelen bu kadının ablası olup olmadığı konusunda bir kararsızlık yaşamıştı. Aradan kısa bir süre geçtiğindeyse, kırmızı dudakların yukarı kıvrılarak oluşturduğu, nazik ve tanıdık gülümseme ona bu kadının kim olduğuyla ilgili büyük bir ipucu vermişti. 

  Etrafındaki auranın değiştiğini hisseden Trin, enerji değişiminden Aries'in geldiğini anlamış ve Lai'yi kollarıyla havaya kaldırmıştı. Aradan birkaç nefes almaya yetecek kadar zaman geçtikten sonraysa küçük çocuğu yanlarına gelen Aries'e uzattı ve geniş bir kahkaha daha patlattı. Beyaz elbisesinin kollarından fırlayan, elmasların ve yakutların bile boy göstermeye cesaret edemeyeceği bir çift el, Lai'yi Trin'in ellerinden alarak Aries'in göğsüne bastırdı. Lai o anda ablasının ne kadar güzel koktuğunu düşünüyor ve kalbinin ısındığını hissediyordu. Bu his sonsuza kadar sürsün isterdi lakin haberlerin bir an önce amcalarına iletilmesi gerektiğini biliyordu. 

LaiWhere stories live. Discover now