3. Bölüm

5.4K 336 8
                                    

Bir rûyanın ortasındayım. Güzel bir rûya. Çalılalın içinde, sisten etrafımı göremiyorum. İçim sızım sızım sızlıyor hâlâ. Yalnızlık boynuma dolanan bir yulaf gibi içimi ısıtmaya başlıyor yavaş yavaş. 

Gözlerimi kısarak ileriden gelen heybetli insan silüetini seçmeye çalışıyorum. Adımlarını her yaklaştırdığında kalbim gümbür gümbür atıyor. Bilmem ki bana ne oluyor? Bayram mıydı da gönlüm böyle coşuyor?

Sonra birden yok oluyor. Terk edilmişliğimle kalıyorum yine öylece. Sükut, inim inim inim inleyerek gelip konuyor yüreğime. Gönlüme dolan yalnızlık şerbeti, kor gibi yakıyor bedenimi. Burnumun sızlamasıyla, fısıldayarak haykırıyorum “Allah’ım ben niye bu kadar yalnızım?”

Gökyüzüne çevrilen gözlerim dolu dolu seyrediyor uzakları. Sonra bir ayetin güzelliği okşuyor kalbimi. “LA TAHZEN, İNNALLAHE MEANA!”

Harfi harfine yazılmıştı bulutların arasına. Bir sıcaklık ki sarıp sarmaladı yüreğimi o anda. Arkamdan, kulağıma çalınan bir erkek sesini işitiyordum. Panikle zikriyordu ismimi. Lakin kalbimi ona veremiyordum. Kalbimin zikrettiği isim iliklerimde dolanıyordu. İçimden yükselip, beni sarsarak uyandıran “Allah,” kelamıni dilimden düşürmeden gözlerimi açtım. 

Uyanmıştım ferahlanmış gönlümle. Uyanmıştım alevlerin içine. Gözlerimin olanını ayırarak yanı başıma düşen cam parçalarına baktım bir iki saniye. İçinde bulunduğum durumun ehemmiyetinin farkında değilmiş gibi kıpırdayamıyordum. Hâlâ gördüğüm rûyanın etkisindeydim.

Birden Logan’ı görünce şaşırarak yerimden kalktım. Rûyamdaki silüete nasıl da benziyordu.

“Derhal dışarı çık!” Dedi yine panikle, eli ile ona doğru gitmemi işaret ederken. Fakat ben arkamı dönüp kapıya doğru baktım. Ancak, ansızın önüme düşen tahtayla irkilerek geriye doğru bir adım attım. Tahta alevlerin içinde yanarken dehşetle arkamı döndüm.

“Armina!” Diye kükreyen adama baktım uzunca. Daha sonra kendimi toparlayarak ona doğru koştum. Zira kül olmaya niyetim yoktu. İnce bedenim kırık camdan sığdığı için şanslıydım. 

Logan’ın belime sarılan ellerini aldırmamaya çalışıyordum. Fakat o irin elin sıcaklığını tepeden tırnağa kadar hissediyordum. Allah’ım. Kalbim sanki göğsümü yırtmak istiyordu. Onun gözlerine bakmaya cesaret dahi edemiyordum. Ona böylesine yakın olmak kulaklarıma kadar kızarmama neden olmuştu. 

Beni yere bıraktığında kaçarcasına geri çekildim. Ancak öfkesinin arttığını görebiliyordum. Buna bir sebep bulamasamda, nedenini çok merak ediyordum. Bu sefer neden kızdırmıştım ki onu?

“Teşekkür ederim!” Dedim sakince, gözlerine bakarken. Ansızın yanıma yaklaştı ve sıkarcasına omuzlarımı tuttu. “Neden çıkmak için bu kadar bekledin, kahrolası müslüman?” Bu sözler ağzından tükürür gibi çıkarken beni ne denli sarstığının farkında değildi. 

“K-korktum..ne yapacağımı bilemedim!” Diye açıklamada bulundum. Bir yandan da kollarından kurtulmaya çalışıyordum. Lakin ben deli gibi çabalarken, o kollarımı daha da çok sıkıyordu. Neredeyse vücudum ona yapışmıştı. Son gücümle ona karşı koymaya çalıştım ve ellerini itercesine üzerimden çektim.

“Bana bir daha böyle dokunma lütfen,” dediğimde öfke gözlerini terk etmiş, yerine merak gelmişti. “Neden?”

“Çünkü haram.”

“Ne?” Diye sordu, sinirden gülmeye başladığını görebiliyordum. Ama sorusuna nasıl cevap vereceğimi bilmiyordum. Sözel bir açıklama beklediğini umarak, ağzımı araladım.

“Beni günaha sokuyorsun. Rica ederim beni buna teşvik etme.” Dediğimde ormandan yankılanan, canavarın kükremesini andıran, derinden bir homurtu koptu ağzından. “Tanrım!” Diye inletmişti ortalığı. Gözlerini bıkkınca kapattığında soran gözlerle ona baktım. Sanırım anlamadığı için öfkelenmişti. 
“Kadınla erkeğin yan yana..” söze başlar başlamaz sertçe bölündüğümden ötürü sıçrayarak ona baktım. “Kes!” Dedi birden, öldürücü bakışlarla beni izlerken. “Lanet olsun,” diye sinirle devam etti ardından. “Canını kurtarmak için buraya geldim. Lakin sen bana sana dokunmamın haram olduğunu söylüyorsun. Bu nasıl bir zihniyet?”

“Özür dilerim. Seni endişelendirmek istemedim.” Diye af diledim. Belki inkâr edecekti, ama ben endişelendiğini görebiliyordum. O gözlerinde korkudan başka bir şey görememiştim alevlerin içinde onu gözlediğimde.

“Endişelenmedim.” Dediğini duyduğumda tebessümümü gizleyememiştim. Bu adam, ne yapacağını ve ne düşüneceğini bilecek kadar iyi tanımış olamazdım. 

“Komik olan ne?”

“Neden bu kadar telaşlısın?” Sorumun onu afallattığını anlamam hiç de uzun sürmedi. Hızla kendini toparlayarak yanıma yaklaştı. Tekrar kolumdan tutacağı zaman geriye doğru bir adım attım. Ancak bu onu daha da öfkelendirmişti. Birden beni sertçe kendisine çekti. Bedenim, kayalığa çarpan bir buzdan farksızdı şimdi; öylesine savunmasız kalmıştım. Sesli bir şekilde yutkunarak ona baktım.

“Sakın bana ne yapacağımı söyleme!” Diye emretti neredeyse. Sesindeki tehdit beni korkutmuştu. 

“Bırak beni.” Diye yalvardım adeta. Sesimin titremesine engel olamıyordum. Baştan aşağıya günaha giriyordum. Ona bu kadar yakın olmamalıydım. Allah’ım sen beni affet. En çokta buna heyecanlandığım için affet...O an gözümden akan yaşı engelleyememenin bezginliği ile araladım gözlerimi. 

Ansızın gelen itfaiye ve polisle Logan ellerini belimden çekti. Kenara çekilerek yangının söndürülmesini izledim. Az sonra bir polise sorgu vermeye başlamıştım. Yangının nasıl çıktığını soruyordu. Bu sorunun cevabını ben de merak ediyordum. Hiç yoktan nasıl olmuştu bu olay? 

Şaşkınlığım polisin suçlamaları ile daha da artmıştı. Yangının benim çıkardığıma inanıyordu. “Bayım, ben uyuyordum.” Dedim sakinliğimi koruyarak. Fakat onu hiç de ikna etmiş gibi görünmüyordum.

“Yangını o çıkarmadı.” Dedi sert bir ses. “Laflarına dikkat et!” Bu ses Logan’a aitti. Ne yaptığının farkında mıydı acaba? Bana arka çıkıyordu. Biraz sonra yanımıza gelen baş komiser olayı daha objektif değerlendirmişti. Nihayet sorgu bittiğinde polisler tarafından çiftlik evine bırakılmıştık. Onlar uzaklaşırken Logan’a döndüm.

“Yangın olduğunu sen nerden biliyordun?” Ancak hiç biri soruma cevap alamadığım gibi, bu sorum da yanıtsız kalmıştı. Evin kapısına doğru giderken merdivenlerde durdu “Gelecek misin?”

“Hayır.” Dememle hışımla arkasını döndü. Kaşları her zamanki gibi çatıktı. “Armina, buraya gel!”

“Gelemem.”

Logan hışımla çıktığı merdivenleri geriye indi ve çelik gibi parmaklarını bileğime sararak beni arkasından sürüklemeye başladı. “Senin o müslümanlık saçmalıklarını dinleyecek değilim.” Kapıyı açtı ve beni fırlatırcasına içeri soktu. Daha ağzımı bile açamadan. “Burda benim kurallarım geçerli.” Diye üzerime yürümeye başladı. “İtirazdan hiç hoşlanmam. Ve sen de ona göre davranacaksın!” 

Kayıtsız kalmıştım bu sözlerine. İlk defa sinirlendiğimi hissettim. Sanki içimde, çıkıp bu adama avaz avaz bağırmak isteyen başka bir Armina daha vardı; benim tanımadığım, bilmediğim. Sabır dilenerek ona baktım. Benden olumlu bir cevap beklediğini biliyordum, ancak ağzımı dahi açmadım.

“Ulu Tanrım!” Bayan Calanthe’yi gördüğüme hiç bu kadar sevinmemiştim. Kadın koşarak geldi ve boynuna sarıldı. Şaşkınlığımı gizleyemiyordum. “Tanrı’ya şükürler olsun, iyisin!”

“Endişelenmeyin lütfen,” dedim ellerini şevkatle sıkarak. Logan’ın ellerimi parçalamak istermiş gibi bakmasını aldırış etmemeye çalışıyordum. “Çok iyiyim.”

“Ah, tatlım. Çok korktum. Neyseki iyisin.” Dedi ve Logan’a döndü. Onun sert görünüşü kadını da şaşırtmıştı. “Şu kaşlarını çatmaktan ne zaman vazgeçeceksin? Tanrı aşkına, çok çirkin görünüyorsun!” Kıkırdamam Logan’ı daha da sinirlendirmişti. Yüzümdeki tebessümü yok etmek ister gibi yüzüme baktı ve “Bu Müslüman hayatımızdan defolduğu zaman!” Diye sertçe çıkıştı. Ona kızmamıştım. Haklıydı. Birden, bodoslama dalmıştım hayatlarına ve en önemlisi istenmiyordum. Ancak henüz gidemezdim. Lakin bu evden gitmeliydim. Onunla aynı evde kalmak...Allah korusun, ben Mevlama nasıl hesap verirdim. 

“Ben gitsem iyi olacak.” Dememle ikisininde gözlerini üzerimde hissettim. “Nereye?” Diye soran Bayan Calanthe’nin sözleri, Logan’ın yanıma yaklaşmasıyla havada asılı kalmıştı. “Vakti gelince bizzat ben, kendi ellerimle götüreceğim seni. Lakin lanet olası,” dedi ben öldürmek istermiş gibi bakarken “Şu an yukarı çık ve sadece uyu.”

“Ama..”

“Armina!” Diye gürleyen sesi yutkunmama sebep olmuştu. Boynundaki damarların hepsi meydana çıkmış, yanağındaki kas atmaya başlamıştı. Birden James’in sesiyle bakışlarımı oraya çevirdim.

“Neden kavga yapıyorsunuz?” Logan daha da yanıma yaklaşarak, kulağıma değildi. “Şimdi dediğimi yap. Ondan sonra Allah’ına mı gitmek istiyorsun? Defol. Durdurmayacağım!”

Başımı sallayarak yukarı yöneldim. James kocaman gözlerle bana bakıyordu. 
“Seni üzdü mü?” Diye sordu meraklı gözleriyle. “Aslında ağabeyim çok iyidir..”

“James, derhal yatağına!” Diye uyaran adamın sözü, çocuğun sözlerini yarıda kesmişti. Arkama dahi bakmadan yere, boyuna gelecek şekil de çömeldim ve ellerini tuttum. “Hayır,” diyerek rahatlatmaya çalıştım onu. “Beni üzmedi. Sadece biraz yorgun olduğu için gergin.”

“Armina.” Dedi James masumca gözlerime bakarken. “Çok iyisin!”

“Sen de çok tatlısın!” Sonra yanağımdan öperek bana iyi geceler diledi ve odasına girdi. Bugün yaşadığım en güzel anı buydu sanırım. Bir çocuğun sevgisine nail olmak. Çocukları sevgili peygamber efendimiz Hz. Muhammed s.a.v’i örnek alarak sevmeye çalışıyordum; Sevgi ve şevkat dolu.

Logan’ın açısından. 

Bu kız hep mi böyle inattı? Benimle didişmiyordu, ancak gözleri ile benim kurallarımı ihlal ediyordu. “Haram mış.” Diye homurdandım, kendi kendime “Ben sana haramın en dik âlâsını göstereceğim, küçük hanım. Benimle zıtlaşmanın bedelini ödeyeceksin.”

Öfkeyle odama girdim. Elimin kanlar içinde olduğunu yeni kavramıştım. Bu elimi onun için zedelemiştim. Oysa hâlâ din saçmalıklarıyla uğraşıyordu. Ansızın zihnime doluşan resimleri gözden geçirdim. Benden kaçmasını neden sevmemiştim? Ben değil miydim onu alabildiğince kendimden uzaklaştıran? 

Onun yanındayken olmadığım kadar sinirleniyordum. Kendime gelmeliydim. O bir Müslüman’dı. Ve ben onun lanetine kapılarak ona yardım etmiştim. Hayır. Ben insanlık vazifemi yerine getirmiştim. Evet. 

Kapının çalmasıyla düşüncelerimden sıyrıldım ve kapıyı açmak için bir adım attım. 

“Bugün seni yeterince gördüm Müslüman.” Dedim elindekine bakarken. Elimi mi sarmaya gelmişti? İsabet olur. Belki yaptığı ahmaklığı bu şekilde giderirdi.

“Rahatsız ettiğim için özür dilerim!” Diyerek ilk yardım çantasını bana uzattı. 

“İçeri gel!” Dedim ve arkamı dönüp gittim. Ancak Armina yine dediğimi yapmamıştı. Sinirden kudurarak tekrar kaıya gittim. “Kahrolası Müslüman, her zaman beni ikiletmen mi lazım?”

“Odana gelemem!”

“Bak şu elime,” dedim kanlı elimi gözünün içine sokmak istercesine önünde tutarken “Bunu senin için yaptım. Şimdi kes şu zırvalıkları ve pansuman yap!”

“Özür dilerim, odana gelemem. Orası senin mahremin ve benim orda işim yok!” Tek kaşım alayla havaya kalkmıştı. Bu kız geldi geleleli ilk defa kesin bir dille konuşuyordu. 

“Odama geleceksin, yatağıma değil!” Bunları söylediğime anında pişman olmuştum. Yüzü dehşetle beyazlamış, gözleri ise kırgınca bana bakmıştı. Lanet olsun. Kalbim sızlıyordu. 

Elindekini sertçe çektim aldım ve odama girerek kapıyı sertçe arkamdan kapattım. Yatağıma otururken neden deli gibi onun elime pansuman yapmasını istediğim düşünüyordum. Üstelik onu kırmıştım, bu histen Müslüman’lardan nefret ettiğimden daha çok nefret ettiğimin farkına vararak kendimden iğrendim. Bana neler oluyordu böyle?

Tekrar kapının tıklatılmasıyla gözlerimi oraya çevirdim. Armina olduğunu düşünerek ayağa kalktım ve anında içimde yükselen hevesi öldürmek istedim. Ancak kapıyı açtığımda uğradığım hayal kırıklığına ben bile şaşırdım. Halam gelmişti.

“Şu pansumanı kendinden yapabilirdin,” diye söylenmeye başladı “neden kızcağızı zor durumda bırakmayı bu kadar seviyorsun?”

“Şu Müslüman’ı korumaktan vazgeç!” Diye sertçe uyardım onu. “Bana karşı savunduğun kişi o kadar da masum değil.”

“Sana yardım etmekten başka ne yaptı peki? Tanrı aşkına, gözlerine bile bakmaya çekinen bir kızı odana davet ediyorsun. O kız baştan aşağıya kadar masum, Logan.” Bu sözlerle Armina’nın gözlerini hatırladım. Koyu ela gözlerinden akan yaşı hatırladığımda ise öfkeyle halama baktım. Onu ağlatmıştım!

“Hâlâ neden burda olduğunu bilmiyoruz. Belki hamile?”

“İyi de bundan sana ne? Babası sen misin?”

“Böyle bir ahmaklık yaptığım an baltayı boynuma vurmanı istiyorum!”

Halam susmayı tercih etmişti. Benimle tartışmaktan hiçbir zaman hoşlanmadığını biliyordum. Ancak o Müslüman bu kuralı bile yıkmıştı. Lanet olası, baş belası.

“İşte bu kadar.” Dedi halam, elimi dizimin üstüne koyarken. “Bunun için mızmılandın. Tanrı seni korusun. Şu son günler de çok değiştin.” Sözleri ile kelimenin tam anlamıyla dehşete düşmüştüm. İlk defa bir histen bu kadar kaçmak istedim. 

“Bu söylediklerini uykuna veriyorum. Zira ayık kafayla bunları söylemenin imkânı dahi yok!” 

“Her neyse. Şimdi bana yangının kimin çıkardığını anlat!” Bu soruya hemen cevap vermemiştim. Halama gerçeği söyleyip söylememe arasında mekik dokuyordum. 

“Logan.” Diye diretince tekrar ona döndüm. “Kasabalılar.”

“Ah, Tanrım.” Diyerek inledi.

“Bunun olacağını biliyordum. Onu evimize almakla ne büyük bir hata işlediğini anlamışsındır umarım!” Dedim sert bir dille. Ancak halam hiç de benimle aynı fikirdeymiş gibi bakmıyordu.

“Bilakis.” Yorgun mavileri yaşına nazaran capcanlı parlıyordu. “Çok zekice davrandım. Eğer kız gözümüzün önünde olursa, ona zarar veremezler!”

Delirmek üzereydim. Bizi bekleyen belaları göremiyor muydu bu kadın? Düşünceli bir şekilde odamdan çıkışısını izledim. Armina şimdiden halamı ve James’i arkasına almıştı. Tanrım sen beni koru diye dua etmeye başlamıştım ki, bu saçmalığa anında son verdim. Ona asla itimad göstermeyecektim. Ancak yanıldığımı sonraki günler anlamıştım.

Geçen son günler de Armina’nın benimle konuşmamak için her yolu denediği kanısına varmıştım. Hatta benden kaçtığını bile düşünüyordum. Hayır, biliyordum. Ve bunu beni oldukça öfkelendiriyordu. Ben de ona aldırmamaya niyetlendim. Konuşmayınca daha az sinir bozucu oluyor.

Kasabada yıllık düzenlenen pikniğe hazırlanıyorduk. Tamamen kışa girmeden evvel güzel bir anı kalıyordu kasabalıya. Ancak bunun her yıl tekrarlanması artık canımı sıkmaya başlamıştı. 

James ile dışarda halam ve o inatçı Müslüman’ı beklerken sabırsızlanmaya başlamıştım. Bekletilmekten hiç hoşlanmazdım oysa. Birden kpaıda beliren kadına çevrildi bakışlarım. Öfkelenerek ona sarının ne kadar yakıştığını fark ettim. James koşarak yanımdan ayrıldı ve ona sokuldu.

“Neden başına o şeyi takıyorsun?” Diye meraklı gözlerle sordu. “Saçların yok mu? Yoksa kel misin?” Dediğinde sevimli bir kahkaha çıkmıştı ağzından. Tanrım, içim niye böyle kıpır kıpırdı?

“Hayır.” Diye yanıtladı James’i. Mazeretini merak ediyordum doğrusu. Kesinikle saçları bakımsızdı. “Dikkat çekmemek için.”

“Dikkat çekmemek için mi takıyorsun o kafandaki bezi?” diye hayretle sormama engel olamadım. Oysa onunla konuşmak istemiyordum.. “Tanrım,” diye homurdanarak devam ettim. Çok saçmaydı. “Böyle daha çok dikkat çekiyorsun!” Dememle ifadesi değişmişti. Nihayet boş boş bakmaktan vazgeçmiş, beni kaale aldığını belli eden bakış atmıştı.

“Sen ona aldırma tatlım!” Halamın bu kızın avukatı olduğuna inanmaya başlıyordum. Sinirle ağzımı araladım. “Bizimle gelmek istiyorsan başındaki o bez parçasından kurtulacaksın!” Benim öfkemi hiçe sayan gülümsemesi aklımı başımdan alacaktı neredeyse. Bu kızla ilgili gözlemlerimin hoşuma gitmesinden hiç zevk almıyordum. Bana layık bile değildi. Lanet olası bir Müslüman’ın tekiydi!

“Ben gelmesem daha iyi olacak sanırım!” Verdiği cevap anca sinirle başımı sallamama ve homurdanarak oradan uzaklaşmama neden olmuştu. Böyle düşünmesi tamamen canımı sıkmıştı. Halamın o lanetli Müslüman’ı neden bizimle gelmesi için ikna ettiğini anlamayacak kadar sinirliydim. Ancak arkamdan geldiklerini duyabiliyordum. 

Piknik alanına vardığımızda ilk evvela James’i uyardım.
“Sakın buranın yakınlarında oynama!” Diyordum ona sert bir dille. “Akıntıya düşersen, ölürsün!” Dememle Müslüman’ın bana dehşetle baktığını gördüm. Doğruyu söylemem hoşuna gitmemişti anlaşılan. 

Oradakileri selamlayarak bir köşeye geçtik. Halam onunla beraber yemeklerin hazırlandığı bölgeye giderken ben de diğerlerinin yanına gittim. Ancak gözlerim ikide bir de onların olduğu tarafa kayıyordu.

Müslüman’ın aralarına girmek için büyük bir çaba harcadığını, ancak kadınlar tarafından kabul edilmediğini büyük bir öfkeyle seyrediyordum. Sevmeleri gerekmiyordu, lakin saygı göstermelerini hatırlatmam gerekecekti. Bu kızı evimde tutarak başıma büyük bir bela almıştım. Ve o beni yanıltmayan hissin bir an evvel açığa çıkması için sabırsızlanıyordum. Bizi bekleyen tufanın gelip çatması an meselesiydi.

Onlara biraz daha yakın olmak için yerimden kalktım ve başka bir masaya geçtim. Bu arada halam ona bir şeyler uzatıyordu.

“Bunları soyar mısın?”

“Elbette!” Onun olumlu cevabının ardından, Ann-Kristin’in sözleri dikkatımı dağıtmıştı. “Elleri temiz midir? Sonra mikrop kapıp hastalanmak istemiyorum!” 

Armina’nın gülümsediğine şahit olunca onu kelimenin tam anamıyla boğmak istedim. Hakareti seviyordu anlaşılan. Neyseki halamın cevabı beni rahatlattı. 

“Merak etme tatlım,” dedi Calanthe halam “Günde beş kez elini yıkayan bu kadının kirli olduğunu düşünmek, affedilemeyecek şekilde ahmaklıktır!” Anlaşılan halam da James gibi bu kadının abartısız, günde beş kez elini, kolunu ve bilmem nerelerini yıkadığına şahit olmuştu. Armina kayıtsızca uzaklaşırken, arkasından gitmemek için büyük bir çaba harcadım. Nitekim kendimle verdiğim savaşı yenmiştim. Biraz ötede duran arkadaşlara konuşuyordum. 

Lakin aklım o kahrolası Müslüman’daydı. Armina epey uzak kalarak, buraya uzun bir söre dönmeyi reddedmişti. Belki de ağlıyordu. Ona yakışırdı doğrusu. Müslüman’lar önce en güçlü silahlarını kullanarak insanları öldürürlerdi, ondan sonra ortaya çıkıp üzüldüklerini belirtirlerdi. Böyle bir dinin anca böylesine korkak bir yandaşları olurdu. 

Az sonra çocuğun biri koşarak yanıma geldi. Bayağı telaşlı görünüyordu. Hızla bakışlarımı ona çevirdim. Yolunda gitmeyen, ters bir şeyler vardı.

“James,” dedi nefes nefese ve ben sözünü bitirmeden koşarak akıntının olduğu tarafa gittim. İçimdeki korkunun yersiz olmasını diliyordum..

Bölüm sonu. Yorumlarınızı bekliyorum.(:

Kalbim Araf'ta - [BİTTİ]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin