2. Bölüm

5.7K 334 16
                                    

Fırtına yine çok iddialıydı. Manhattan bu kasvetli havayı defalarca yaşamasına rağmen korkunçca gürüldeyen gök, bu sefer de herkesi korkutacak nitelikteydi. Kim bilir, belki de sonumuz tufanla mühürlenecekti. 

“Logan!” Dedi aşina olduğum, yumuşak bir ses. Fakat bu sefer sesin tınısında kulaklarımda yankılanan bir korku karışmıştı. Elimde tuttuğum ağır kitabımı hızla kapatarak başımı kaldırdım ve sesin içeri sızdığı yöne doğru bakmaya başladım. 

“Logan!” Diye inledi o ses tekrardan. Calanthe halamın sesi endişeyle çıkıyordu gırtlağından. Bedenimi hızla aşşağıya yönelttim. Daha merdivenleri inerken önümü kesen Calanthe halam kocaman olmuş gözleriyle konuşmaya başladı.

“Logan çabuk, çabuk ahıra gitmelisin. Çatının bir kısmı uçmuş!” Gözlerine biriken endişe beni de korkutmuştu. Birkaç dakikalık affallamadan sonra kendime geldim ve hızla yağmurluğuma uzandım. Ayağıma geçirdiğim çizmelerimle bahçeye açılan kapıdan fırlayarak dışarı çıktım.

Poyraz, yıkıp dökmeye and içmiş gibi soğuk soğuk esiyordu. Gök delinmiş gibi yere boşalan yağmur gözlerimin önünü bulandırıyor ve net görmemi engelliyordu. Vahşi bir hayvan gibi esen sert rüzgâr yalpalayarak yürümeme neden olurken, ayaklarımı zorlayarak ahıra doğru koşmaya başladım. Her yer çamur olmuştu. Ayağımın altındaki zemin katı örten kara toprak şimdi suya karışmıştı. Bastığım yerlerde kocaman izler oluşuyordu.

Başımdan uçan yağmurluğumun kapşonunu tutmak isterken başımı sağa çevirdim. Rüzgâra karşı koymak imkânsızdı. Gözlerimi açmaya çalışarak etrafıma bakındım. Uzaklardan koşarak gelen biri vardı. Yüzü görünmüyordu ama uçuşan fularından ve narin, ince fiziğinden bir kadın olduğuna emindim. Fırtınadan kaçar gibi koşuyordu. Muhtemelen evine gitmeye çalışıyordu. Bu düşünceyle kaşlarım çatıldı. Burda, bu çiftlikten başka bir ev yoktu ki!

Çatıdan uçan bir kiremitin biraz öteye düşmesiyle yüzüme sıçrayan çamur, akıp giden yağmurla tekrar yüzümden temizlendi. Kısılı gözlerle ahıra bakmaya çalıştığımda ön kısmın birazının dışarıya çöktüğünü algılayabildim. Fakat ahırın kapısına uzandığımda yerinden bir milim dahi oynatamadım. Rüzgâr açılmasına izin vermediği gibi, beni de kapıdan uzaklaştıracak şekilde geriye savuruyordu. 

Domuzların olduğu yerden ahırın üstüne tırmanmaya çalıştım. Fırtına hayvanları da bayağı ürkütmüştü. At kişnemelerine karışan ineklerin sesleri ve onlara eşlik eden domuz ve kuzuların yanında, havlayan çoban köpeğiyle beraber uğuldayan rüzgâr tam bir faciayı çağrıştırıyordu sanki. 

Ahırın içinde, bir o yana bir bu yana sallanan laylonu zor uğraşlar sonucunda yakalayabildim. Elimde uçurtma gibi havalanan laylonun bir ucuna koyduğum kiremitle az da olsun durdurabilmiştim. Bana garezi varmış gibi hâlâ havalanırken diğer ucunada bir kiremit yeleştirdim ve uçuşan kenarlarını kiremtilerin altına sıkıştırdım. Ahırı geçici olarak tamir etmiştim. Fırtına dindikten sonra esaslı bir tamir gerekecekti.

Dikkatle aşşağıya inmeye çalıştığımda, çiftliğe doğru koşan adamlar çarptı gözüme. Fakat onları izleyecek takaatim yoktu. Bedenimi hızla içeri yönelttiğimde aynı hızla kapıyı arkamdan örttüm ve yeniden içerde olduğum için derin bir nefes aldım. Calenthe hala'nın gölgesi, komidinin üzerinde yanan mumlardan cama yansıyordu. Hâlâ bıraktığım gibiydi. 

Arkamı dönmemle şaşırarak, olduğum yerde çakılı kaldım. Davetsiz bir misafirimiz vardı. Baştan aşşağıya ıslanmış, sırıl sıklam olmuştu ve tir tir titriyordu. Güçlükle ayakta duruyormuş gibi bir görünümü vardı. Bakışlarım yukarıya tırmandıkça öfkem de artıyordu. Bu...bu o kadındı! Fırtınadan kaçan kadın! Fuları sandığım ise başına örttüğü bir bez parçasından başka bir şey değildi. Dehşetle kendime geldim. O..bir..Müslümandı. Bir MÜSLÜMAN!

Kaşlarımı daha da derinden çatılmıştı. Nefes nefese konuşan tiz sesi kulaklarımı doldurduğunda kayıtsızca, karşımda duran kadına bakıyordum. Her an ağlayacakmış gibi çıkan sesiyle “Beni saklayabilir misiniz?” diye sordu aniden. Aklını yitirmiş olmalıydı. Saklamak mı? Hem de bir Müslümanı! 

Cevap vermediğimde kendini yineledi.
“Lütfen, yardımınıza ihtiyacım var!” 

Davetsiz misafir başını arkaya çevirdiğinde gözlerim refleks olarak kapıya yöneldi. Bahçenin kapısında duran iki adam evin kapısına yaklaşıyorlardı. Lanetli kadın önünü döndü ve endişeyle, tekrar yalvararak konuştu.

“Peşimdeler. N'olur, beni onlara vermeyin!”

Bir gün, bir Müslümanın böyle elime düşeceğini hiç düşünmemiştim. Elime geçen bu muazzam fırsatı değerlendirip değerlendirmemek arasında mekik dokuyordum. Onu kolundan tutup dışarı atabilirdim. Bütün öfkemi dindirecek şekilde, sertçe kapının ağzına koyabilirdim.

Tekrar bir şeyler fısıldadığında, havaya açılan ateş sesiyle sıçrayarak gözlerini yumdu. Hemen Calanthe hala'mın önüne geçtim. Öfkeli bakışlarla dışarıyı kolaçan ettim. Önümde dikilen, muhtaç varlık anlayamadığım bir şeyler sayıklıyordu.

“Armina!” 

Dışarıdan gelen ses evin içinde yankılanmıştı sanki. Kadın sıçrayarak, korkuyla omuzlarını yukarı kaldırdığında titremesi de artmıştı. 

“Lütfen!” Dedi tekrar, acıdan kıvranır gibi bir hali vardı. Üstü, başı tamamen batmıştı. Görünüşü bir dilenciden farksızdı. Islak yanakları bir de göz yaşları ile ıslanıyordu. Bal rengi gözleri dolu dolu olmuştu. Gözbebekleri korkuyla parlarken, kirpikleri titreşerek akıtıyordu damlaları. 

“Şu lanet olası kadınıda al ve derhal yukarı çık!”

Calanthe hala ağzımdan çıkacak bu kelimeleri bekliyormuş gibi, hızla kadının koluna sarıldı ve beraber hızla yukarı çıktılar. Bilerek arkalarından bakmadım. Az sonra çiftlik kapısı kırılacakmış gibi dövülmeye başlandı. Ağır adımlarla, umursamazca kapıya doğru gittim. 

Kapının kolunu kıvrattığımda önümde duran iri yarı göbekli adamlar sabırsızca içeri davet edilmeyi bekliyorlardı. Fakat kapının ardında boylu boyunca bir sineklik vardı ve ben ordan konuşmaya başladım.

“Ne istemiştiniz?” Diye sordum sertçe. Adamlardan uzun sakallı olan beni öldürecekmiş gibi bakıyordu. Diğeri ise tedirgince, bir şeyleri arar gibi etrafına bakıyordu. Sakallı olanı burnunu çekerek bir şeyler mırıldandı. 

Buruk ingilizcesinden tam ne dediğini anlamamıştım, ama bir kızı tarif ediyordu. Elleriyle havada vücut çizimi yaparken “Armina” dedi. Bu tarif daha yenice yukarı çıkan kadına uyuyordu. 

“Burda kimse yok!” Dedikten sonra kapıyı kapatmak istedim. Fakat adam elini kapıya dayayarak, kapanmasını engelledi. Kaşlarımı çattım ve sertçe baktım adama.

“Ama buraya girdiğini gördük!” Dedi diğer adam. Yaşça öbüründen daha küçük duruyordu ama en azından dedikleri anlaşılıyordu. Öfkeyle sinekliği de açtım ve adamların üzerine yürüdüm.

“Akşamın bu saatinde polisle uğraşmak istemeyiz öyle değil mi?” Onlara doğru bir adım attığımda ikiside geriye doğru gitmek zorunda kalmıştı. Öfkem sesime yansıyordu, fakat uğuldayan rüzgârın yanında havaya karışıyordu. Dişlerimi sıkarak son sözümü söyledim.

“Buradan gidin. Aradığınız kişi burada yok!” Nefesimi dizginledikten sonra, beni ilgilendirmiyormuş gibi “Tarif ettiğiniz kadın ormana kaçtı!” Dedim, çiftliğin bahçesini göstererek. Oradaki kapının ardında bir orman daha vardı. Fakat oraya gitmeye cesaretleri olacağını sanmıyordum. Zira ağaçlar, kasten yere savrulmuş gibi delicesine sallanıyorlardı. 

Adamlar çiftliğin arkasını dolanmadan önce bir kez daha evin içine baktılar. Son kez göz göze geldiğimizde bunların başıma bela olacaklarını şimdiden hissediyordum. Umursamazca içeri girdim ve kapıyı sertçe arkamdan örttüm. Yağmurluğumu öfkeyle üzerimden atarken, gözlerim yukarıdaydı. O lanet olası kadın yarından tez yok bu evden gidecekti!

Armina'nın ağzından.

Allah'ıma şükür ederek, yaşlı kadının yardımıyla yukarı çıktım. Buğulanan gözlerimden nereye bastığımı bilmiyordum. Yaşlı kadının desteği olmasa merdivenleri yuvarlanmam işten bile değildi. Zira ayaklarım vücudumu taşımak istemiyordu.

Bir odaya girdiğimizde yaşlı kadın derhal kaloriferleri açtı. Sanırım deli gibi titremem kadını endişelendirmişti. Tekrar yanıma geldiğinde ellerinden tuttum ve dudaklarıma götürdüm. O kadar minnettardım ki, ayaklarına bile kapanabilirdim.

“Çok, çok teşekkür ederim!” Dedim titreyen sesimle. “Beni geri çevirmediğiniz için çok teşekkür ederim!” 

Ağzımdan çıkan bir hıçkırığa engel olamadım. Yüreğim korkudan neredeyse ağzımda atarken, hızır gibi imdadıma yetişmişlerdi. 

“Dilerim Allah sizi mükafatlandırır!”

Yaşlı kadın elini yüzüme koydu. Titreyen dudaklarımla mavilerine baktım. Çok şükür ki onun gözlerinde nefret yoktu. 

“Amin tatlım. Hadi banyoya gir ve bir duş al, yoksa hasta olacaksın. Elbiselerini bana verirsen kurutup getiririm!”

Çok müteşekkirdim. Burukta olsa gülümsedim kadına, çünkü ona verecek en güzel armağanım gülümsememdi. Ağır adımlarla banyoya girdiğimde hızla soyundum ve elbiselerimi kadına verdim.

Duşun altında ne kadar kaldım, bilmiyorum. Su aktıkça hıçkırıklarım çoğalıyordu. Beyaz fayanslara dayandım ve Allah'ıma teşekkür ederek ağladım. Burdan çıkar çıkmaz bir şükür namazı kılmalıydım. 

İşim bittiğinde kapının kolu çevrildi. Elbiselerimi kadından aldığımda üzerimi giyindim ve dışarı çıktım. Yaşlı kadın hâlâ odadaydı. O yatağı hazırlarken ben de kenarda bekliyordum. Yaşlı kadının beni izlediğini fark etmeden ellerimi soğuk cama yasladım. Avucumun içi yanıyordu. Isırganlar ellerimi çok hırpalamışlardı. Bacaklarımda oldukça yanıyordu, fakat onlara şimdilik yapacak bir şeyim yoktu.

“Çok güzeller!” 

Kulaklarıma akan ılık bir sesle arkamı döndüm. Anlamamış gözlerle yaşlı kadına bakıyordum. Onun mavileri ise saçlarımda geziniyorlardı.

“Saçların çok uzun!”

Gülümsedim.

“Teşekkür ederim!”

“Adım Calanthe. Seninki de Armina!” Başımla onayladım. Adım küfredilir gibi sayıklandığında onlarda vardı. Muhtemelen o zaman öğrenmişti adımı.

Bayan Calanthe çatık kaşlarla yanıma yaklaştı. Ellerimi camdan çekip avuçlarının içine aldı. Zedelenmiş avuç içlerime baktığında, şaşkın bakışlarını gözlerime çevirdi ve bana acıyarak baktı.

“Canın çok yanıyor olmalı!”

“Geçer şimdi..” Dedim nezaketen. Yeterince yük olmuştum zaten. Ellerimi kadının avuçlarından çekerek yatağa doğru yürüdüm. Dizimi kırıp yatağın üzerine uzandığımda Bayan Calanthe'nin sesiyle durakladım.

“Aman Tanrım. Bacaklarında mahvolmuş!”

Örtüme uzanarak onu yanıma çektim. Saçlarımı bağlarken avuçlarım çok yanıyordu, fakat bunu belli etmemeye çalıştım. 

“Ben sana bir krem getireyim!”

“Gerek yok!” Desem de çoktan dışarı çıkmıştı. Başımı yeniden örttükten sonra kıblenin ne yönde olduğunu düşündüm. Allah'a bir minnet borcum vardı. Borcunu ödemeden ölmek en büyük günahlardan biridir, diye buyruluyor Hadis-i şeriflerde. Benim sabaha çıkmaya garantim yokken, borçlu kalmayı istemem. Heleki borcum Rabbimeyse.

Ellerimi semâya açıp kalbimi dillendirdim.
“Allah'ım; sen görensin, duyansın, işitensin. Çok şükür, beni de işittin. Beni darda koymadın. Sana binlerce kez hamd olsun ki, senin kulunum...” Ağzımı açmamıştım. Dilimi dahi kıpırdatmıyordum, fakat kalbim titreyerek sayıklıyordu bu cümleleri. Ne büyük lütuftu insanın her daim, işitileceğini bildiği birine yönelebileceği biri olması. 

Yerden kalkarken sıcak bir gülümseme belirdi dudaklarımda. Aklım, Hz. İbrahim'in sözüne gitmişti; 'Allah bana yeter, o ne güzel vekildir'. Öyle ya, ondan başkası mı vardı beni şartsız, kayıtsız seven?

Ayaklarımın üzerinde durduğum an gözümün önü karardı. Tansiyonumun düştüğünü sanıyordum, fakat bedenim çok ağırlaşmıştı. Kendimi güçlükle yatağa bıraktım. Gözlerimi kapatmıştım. Bayan Calanthe'nin geldiğini duymuştum, fakat onu göremiyordum.

“İyi misin?” Dedi bana ılık sesiyle, yanıma yaklaşırken. Yatağa oturduğunu hissetmiştim. Başımı sallıyordum. Endişe edilecek bir durum yoktu. Ellerimi yeniden avucunun içine aldı ve getirmiş olduğu kremi sürmeye başladı. Kremin değdiği yerler biraz yanmaya başlamıştı.

“Bacaklarını da uzat!”

“Teşekkür ederim. Kendim sürerim, lütfen!” Dedim mahcubiyetle. Gözlerimi açamıyordum. Birden öksürmeye başladım. Bayan Calanthe elini yüzüme koydu.

“Ateşin var!”

“Sanırım oda çok sıcak oldu. Ben gerçekten çok iyiyim!” Diye yanıtladım kadını. Benim için endişelenmesini istemiyordum. 

“Biraz dinlen o zaman. Sabaha görüşürüz. İyi uykular tatlım!” 

Gülümseyerek gözlerimi zorla araladım. Yatağın içine girmeye çalışırken
“İyi uykular!” diledim ve yorganı üstüme çektim.
Bayan Calanthe'nin çıktığını zor duymuştum. Tekrar gözlerimi kapatmamla uykyuya dalmam bir olmuştu. Bacaklarımdaki acıyı bile unutmuştum.

Öğlenin yaklaşmasıyla birlikte Güneş bütün ihtişamıyla parlıyordu. Yüzümü gölgeleyen Güneş parıltıları ile gözlerimi kırpıştırarak araladım. Hâlâ bedenimde bir yorgunluk vardı. Sanki sırtımda taş varmış gibi ağır geliyordu bedenim ayaklarıma.

Öksürerek kalktım yataktan. Namaz vakti yaklaşıyordu. Allah'ın huzuruna çıkmak için bedenimi banyoya zorladım. Abdest alınca kendime gelirdim elbet. 

Namazımı duâlarken kapıda bir çocuk belirdi. Kafamı ona çevirmemle koşarak aşşağıya indi. Tebessüm eşliğinde ayağa kalktım. Aşşağıya inerken çocuğun dediklerini duyabiliyordum.

“Calanthe hala yukarıda yabancı bir kadın var, durmadan yere yatıp kalkıyor!”

Çocuğun dediklerine sessizce kıkırdadım. Öyle şaşırarak anlatıyordu ki, gözleri şekilden şekile giriyordu. Öksürmemle bütün gözler bana çevrildi. Dünden beri merak ettiğim o öfkeli ve cam gibi parlak mavilerde.

“Özür dilerim. Bölmek istemedim!”

Daha demin ki çocuk yanıma yaklaştı. Kocaman olmuş gözlerini bana dikmişti.

“Senin adın ne?”

Gülümseyerek onun boyuna eğildim. Çok tatlı bir çocuktu. Sarı saçları dağınık bir şekilde kafasını süslüyordu. Gözleri ise ela rengine boyanmış misket gibiydiler. Elimi yüzüne uzattığımda kulağıma dolan sesle sıçradım.

“Gece neden kaçıyordun?”

Sesi öyle sertti ki, neye kızdığını merak etmeden duramadım. Başımı ona çevirdiğimde gözlerinden akan öfkeyi görememle irkildim. Ben, doludan kaçarken yağmura mı tutulmuştum?

Yutkunarak ellerimi birleştirdim. Nedenini açıklamak istemiyordum. İçimden bir ses bunu yapmamamı söylüyordu.

“Dur ben tahmin edeyim!” Dedi az sonra. Gözlerimi ona çevirdim. Ne diyeceğini gerçekten merak ediyordum. Dün ağabeylerimi göndermeyi başarmış olması bile şaşılacak bir durumdu. “Sevgilinden hamilesin..Namus saçmalığı yüzünden peşindeydi o adamlar!”

Gözlerimin olanını ayırarak ona baktım. Birden sıcak olmaya başlamıştı. Yüzümün pancar gibi kızardığını biliyordum. Bu kadar önyargılı olacağını tahmin etmemiştim. Tokat yemiş gibi bozulmuştum sözlerine, fakat yine de gülümsedim.
Onu cevaplamaya yetlendiğimde bir öksürükle sarsıldı omuzlarım.“Tam bilemedin!” diye yanıtladım onu çekingeç bir tavırla. Onun sesine nazaran benimki oldukça sakindi.

“Senin gibi başı örtük olanların zevki için yapmadıkları yok!”

Utanarak başımı yere eğdim. Yüreğimdeki kırgınlık gözlerime yansımıştı. Gözlerimin ucuna biriken yaşları ise zorlukla geri iteledim. Boğazımı temizleyerek ayağa kalktım. Oraya oturan yumru dilime kilit vurmuştu, ama yine de gülümsem solmamıştı.

“Eğer yardımcıya ihtiyacınız varsa, size yardımcı olabilirim!” Dedim Bayan Calanthe'ye bakarak. 

“Önce neden burda olduğunu açıklayacaksın!”

“Elimden her iş gelir!” Diye, hevesle baktım kadına. Genç adamın öfkeyle nefes aldığını duyabiliyordum. “İşciye ihtiyacımız yok! Umarım burayı derhal terk edersin!” 

Sözlerini işitmemiş gibi kadına bakmaya devam ettim. Onun ağzından çıkacak kelimeyi bekliyordum. Beni göndermeyeceğine emindim nedense.

“Beni göz ardı etmeyi kes lanet olası!” 

Gürleyerek konuştuğunda, gece esen fırtınayı aratmayacak şekilde korkutucuydu sesi. Ürkerek kadına baktım. Ondan cevap gelmeyince gözlerimi adama çevirdim. 

“Gidemem...” Dedim fısıldayarak, yalvarırcasına gözlerine bakarken. “Beni yaşatmazlar!”

“Neden?” diye yineledi sorusunu. Ancak sustum. Nedenini açıklamaktan çekiniyordum. Ya beni onların ellerine verirse? Öfkesi o kadar büyük ki, korkmamazlık yapamıyordum.

“Logan, biz bir bahçıvan aramıyor muyduk?” 

Adamın gözleri anlamsızlığın en derin haline büründü. Kaşları itinayla çatılırken gergince ellerini saçlarında gezdirdi.

Adını yenice öğrendiğim adama baktım. “Sana İnanamıyorum!” Diye homurdanıyordu Bayan Calanthe'ye. Az sonra gözlerimi kadına çevirdim. Bana, umut vaad eder gibi bakıyordu. Tebessüm eşliğinde gözlerini kırptı bana. Yüreğim sevinçle pır ederken ben de ona gülümsedim. Ancak Logan'ın sert sözleriyle gülümsemem hızla solmuştu.

“Bu Müslüman bu evde yaşayamaz!”

Bölüm sonu.

Kalbim Araf'ta - [BİTTİ]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin