1.Bölüm - Kütle Merkezi

En başından başla
                                    

Altın Çağ'ı oluşturan elementler huzur ve adaletti. İnsanlar yön bulma yeteneğine vakıf değillerdi, gezegeni keşfetmeye henüz başlamamışlardı. Hatta yetenekleri; toplayıcılık, balıkçılık ve avcılıktan öteye gitmemişti. Gümüş Çağ'da Zeus her daim süren ilkbaharı parçalara ayırdı ve insanlara dört mevsimi tanıttı. Bunun sonucu olarak kaçınılmaz bir şekilde insanlar tarım ile mimariyi öğrenmek zorunda kaldılar. Zorlu koşullara karşı onları koruyacak bir barınağa, tohumlarını toprağa doğru zamanda ekip toplamaya ihtiyaçları vardı. Bronz Çağ'da ise insanlar yalnızca savaşmak için yaşamışlardı, tapınmak için değil. Son olarak; Demir Çağ'da insanlar milletleri sınırlarla ayırdı, yön bulma yeteneğini kazandı, madenciliği öğrendi. Savaşçılardı, açgözlü ve saygısız... Dürüstlük, inanç, sadakat sonsuza dek yitirildi.

İki tanrıçanın hikâyesi ise tam burada başlıyor.

Dike, ahlakî adaletin savunucusu ve bu değerin cisimleşmiş hâli olan bir tanrıçaydı. Zeus'un ikinci karısı, Themis'ten yani Adalet Tanrıçası'ndan olan kızıydı. Bir ceylanı andıran küçük kahverengi gözleri, ufak burnu ve ince dudakları vardı. Altın ve Gümüş Çağ'da insanların arasında yaşamıştı. Savaşların, hastalıkların olmadığı bir dönemdi bu. Fakat insanlar açgözlüleşmişti, onların bu değişen tavırları adalet tutkunu tanrıçayı iğrendirdiğinden Dike Dünya'yı terk etti ve gökyüzüne yerleşti. Onun ayrılışının ardından insanlar Bronz Çağ'a geçmişti, tanrıça gökyüzündeki konumundan insan ırkını gözlemekten hiç vazgeçmedi.

Astraea, saflık ve masumiyeti temsil ederdi. Babası alacakaranlığı getiren Astraeus, annesi ise şafağı söktüren Eos'tu. İri yeşil gözlü, dolgun dudaklı, küçük burunlu tanrıçanın kahverengi saçları ve onu gören her ölümlüyü büyüleyen güzel bir gülüşü vardı. Tanrıça, insanların arasında yaşayan son ölümsüz olarak bilinirdi. İnsanları, Demir Çağ'da terk etmişti. Fakat onu böylesine önemli kılan tek şey insanların iyileşeceğine dair duyduğu inanç değildi.

Kehanete göre, Astrea bir gün Dünya'ya dönecekti ve beraberinde elçisi olduğu ütopik Altın Çağ'ı geri getirecekti.

Tarih kendini tekrar eder. Tarih bir döngüdür.

Yıldız formunu aldıkları günden beri, Dike'ın en büyük hobisi insanların davranışlarıyla dalga geçmekken yanı başındaki Astraea'nın tek hobisi onlar hakkında endişelenmekti. İtiraf etmek gerekirse, Dike'ın sert mizacı ve alaycı bir dili vardı. Uysal komşusu onun bu haline pek ses çıkarmazdı; belki de, tanrıçanın epey korkutucu olduğu kolayca tahmin edilebilir hışmına maruz kalmak istemediğinden altlarındaki gezegende gerçekleşen olayların yorumunu kendine göre yapar, düşüncelerini saklardı. Dike'ın bütün bu huysuzluğunun altında, esasen insanların ona yaşattığı hayal kırıklığı yatmaktaydı. Bolluk ve huzur içinde hayatlarını sürdüren yaratıkların neden birden bire her şeye sırtını döndüğüne bir türlü anlam veremiyordu. Nerede hata yapılmıştı? İçinden bir ses, çoğu zaman babası Zeus'u suçlamaktaydı. Kronos'un yönettiği insanlığın tek bir kötülük yaptığı görülmemişti ki, nasıl yönetime geçer geçmez insanları karanlığa boğan babasını suçlamazdı? Astraea ise konunun Dike'ı düşündüren kısmında bu kadar irdelenecek bir şey görmüyordu. İnsanlar bir yol seçmişlerdi, kendi karakterlerini zehirleyen birçok özellik edinmişlerdi. Bunların hepsi gözlerinin önünde gerçekleşirken nasıl farkına varmamış oldukları ise, Astraea'nın kafasını kurcalayan kısımdı. Geçen yıllar bu sorularının cevaplarını açığa çıkarmadı. Her şey gittikçe kötüleşirken tek yaptıkları gezegeni izlemekten ibaretti. Ta ki, o an gelene kadar.

Bir gece, gökyüzünde yan yana duran iki takımyıldız Dünya'ya doğru hızlı bir yolculuğa başlamıştı. Sıradan bir genç çift, gökyüzünü seyretmekteydi. Dike durumun sıkıcılığından dem vurup insanların neden aynı aktiviteleri yapmaktan bıkmadığını sorgulardı, tabii tam o anda bu çifte doğru süratli bir biçimde yaklaşıyor olmasaydı...

Hiçbir şeyden haberi olmayan Dike ve dönüş zamanının geldiğine karar kılmış Astraea, genç çiftin çığlıklarla geriye kaçması üzerine artık insan gözüne görünecek yakınlıkta olduklarını anlamışlardı. Deminden beri onlara kayan yıldızlar muamelesi yapan bu çiftin şimdiki korku dolu hâli, Dike'ın içten içe gülmesine neden olmuştu. Gürültüyle yere çakıldıklarında, Astraea'nın yolculuk öncesinde etraflarına sardıkları şeffaf kabuk çatladı. Yeniden insan görünümü kazanan tanrıçalar uyumlu hareketlerle kabuklarını kırmış ve ayağa kalkmışlardı. İniş yaptıkları çukurun kenarında, onları şaşkınlıkla izleyen iki insana baktılar. Gerçi, şaşkınlık oldukça zayıf bir tabir olurdu. Genç çift dehşete düşmüştü. Kızıl saçlı oğlanın kızın ayaklarının dibine bayılmasıyla Astraea üzüntüyle yüzünü buruşturdu.

"Siz... Siz... Uzaylı mısınız?" diye sordu kız birçok denemenin ardından zar zor kelimeleri sıraya sokarken. "Pardon, kaç yılındayız?" Astraea kızın sorusunu yanıtlamamış, ona başka bir soru yöneltmeyi tercih etmişti. Dike, sessizce ve Astraea'nın bir açıklaması olduğunu umarak, ayakta dikiliyordu.

"2016," dedi kız, hâlâ kekelemekteydi. "Tüh, çok geç kalmışız. Her neyse," dedi ufak tefek tanrıça omuz silkerek sözlerini sonlandırdığında. "Yol tahminimden de uzun sürmüş." Bu kez kurduğu cümle yanındaki zayıf, ondan birkaç parmak uzun tanrıça içindi. Tok bir sesle, iki tanrıçanın başı bir defa daha önlerindeki çifte döndü. Kız da bilincini kaybetmiş ve sevgilisinin üzerine yuvarlanmıştı.

+Öncelikle burada bir şeyler yayımlamayı gerçekten çok özlediğimizi belirtmeliyiz. Sizden gelecek yorumları çok merak ediyoruz! ♥ 

+Multimedia'da Dike (solda) ve Astraea (sağda) var.

MOMENTUMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin