Alex kolyemi gözlerimin önüne getirip hafifçe salladığında korkuyla ona bakıyordum. Toprağın üzerinde dolaşabilmemi sağlayan tek şey katilimin parmakları arasındaydı.

Ve onu geri almak için yapabileceğim hiçbir şey yoktu.

*****************

Zincir seslerini duyana dek baygın olduğumu bilmiyordum. Gözlerimi aralayıp etrafa baktığımda bir mahzende olduğumu fark etmiştim. Susuzluktan olsa gerek, hiçbir şeyin tam olarak farkında değildim. İyi yanıysa artık toprağı hissedemiyordum. Belki de çoktan ölmüştüm, bilmiyordum. 

Alex'in yüzünü belli belirsiz görebiliyordum. Ayaklarımı kıpırdattığımda havada olduğumu anladım. Muhtemelen mahzenin duvarlarına zincirlenmiştim. Bana doğru yaklaşan karaltı Alex olmalıydı. 

Alex sertçe başımı tutup dudaklarımı araladı. Kan, dudaklarıma değdiği andan itibaren vücudum kasıldı. Kırmızı sıvı, bahar geldiğinde can bulan tüm çiçekler gibi hücrelerime yayıldıkça ben de can buluyordum. İlk olarak görüşüm netlik kazanmıştı, hemen sonrasında duvarın soğukluğunu hissetmeye başlamıştım. Ellerimdeki soğuk zincirleri kıpırdattığımda Alex bana döndü. Oldukça sakin görünüyordu, dudaklarını mühürlemiş gibiydi. Yalnız olmadığımı yan tarafımdan gelen zincir sesiyle anladım.

Onu tanımıyordum ama şu an ikimizde Alex'in kurbanıydık. O da en az benim kadar bitkin görünüyordu. Göz kapakları hafif hafif hareket ediyordu. Ve çok yavaş aralıklarla nefes alıp veriyordu. Yine de içimde daha önce görmediğim bu adama karşı bir güven oluşmuştu. 

Adam "Lütfen çıkar beni buradan." diye yalvarmaya başladığında Alex'e baktım. Eğleniyor gibiydi. Adama doğru alaycı bir bakış atıp önüne döndüğünde onu izliyordum. Zaten bizi hemen öldürmeme sebebi buydu. Bizimle eğleniyordu. Gücünü tekrar ve tekrar kanıtlıyordu. 

Bakışlarımı Alex'ten çekmeden "Bırak." dedim. "En azından onurlu bir şekilde ölürsün. Ondan farklı olarak." 

Alex hızlıca bana doğru döndüğünde bakışlarımı kaçırmadım. Her ne kadar çaresiz olsam da öyle görünerek ona bu zevki yaşatmamaya kararlıydım. Yanımdaki adamsa sesini kesmişti, beni dinlediğinden değil, Alex'in bana ne yapacağını merak ediyor olmalıydı. 

Alex kaşlarını yukarı kaldırıp başını salladıktan sonra elini adamın göğüs kafesinden içeri soktu. Çıkan iğrenç ses yüzümü buruşturmama neden olurken Alex avucunda hala atmaya devam eden bir kalp tutuyordu. Adamın göğüs kafesinden akan kanla kalbinden akan kan yerde buluşup karışıyordu. 

Alex elindeki kalbi serbest bıraktı ve kalp iğrenç bir ses çıkararak kan gölünün ortasına düştü. Yüzümü buruşturduğumda Alex gülümsedi. "Bundan hoşlandığını biliyorum." dedi sakince. Söylediği şeye o kadar şaşırmıştım ki ağzımdan çıkan bir "Ne?" tepkisine engel olamadım.

"Sen ve ben aynıyız Alexandra." dedi Alex önüme bir sandalye çekerken. "Bizler öldürmek için doğduk."

"Hayır." dedim mırıldanır gibi bir sesle. "Sen öldürmek için doğmuşsun. Ben değil." 

Kan, yavaş yavaş mahzenin içinde yayılıyordu. Bir kısmı benim bulunduğum yerdeki toprağı kırmızıya boyamıştı. Alex ayağa kalkıp aramızdaki mesafeyi en aza indirdi. "O küçük kızı öldürdüğünde zevk almadığını mı söylüyorsun yani?" diye sordu sakince. Sesindeki sakinlik ürpermeme neden oluyordu. 

Alex sertçe çenemden tutup başımı kaldırdığında gözlerinde hiçbir ifade yoktu. Bunu öğrenmiş olması beni şaşırtmıştı. Alex'in o kızı öldürdüğümden nasıl haberi olabilirdi? O zamanlar değil vampirlerle tanışmak, kendimle bile yüzleşemiyordum. Bunu öğrenmesi imkansızdı. 

Yüzümdeki garip ifade onu gülümsetmişti. Hızla arkasını dönüp mahzenden çıktığında aklımda bir sürü soruyla kalmıştım. Ve bu soruların cevaplarını asla öğrenemeyecek olmam kötüydü.

Mahzen artık daha karanlıktı, yan tarafımdan gelen kan kokusuysa başımı döndürüyordu. Saçlarımın önüme gelmesini sağlayarak kokuyu az da olsa bastırmaya çalıştım. Ama bir faydası olmuyordu, uzun süredir beslenmediğim için kan dışında bir şey düşünemiyordum. Az önce içtiğim kan beni tatmin etmemiş, daha fazlasını istememe yol açmıştı. 

Bir süre sonra Alex geri döndüğünde göz ucuyla onu izliyordum. Elinde uzun, ince bir bıçak tutuyordu. Ay ışığıyla parlamasından bunun gümüş bir bıçak olduğunu anlamıştım. Alex sol kolumu tutup bileğimi mahzenin tavanına bakacak şekilde çevirdi ve bıçakla oldukça derin bir kesik açtı. Kanım bıçağın üzerini boyarken bileğimden akan kan, yerdeki kırmızılığın arasına karışıyordu. 

Alex bıçağı mahzenin girişine fırlattıktan sonra kulağıma doğru eğildi. "Bakalım düşmanın da sana merhamet edecek mi Alexandra?" 

Sesi ürpermeme neden olurken o çoktan gözden kaybolmuştu. Yerdeki bıçağın Ay ışığıyla aydınlanması gözümü kamaştırırken uluma sesleri kulaklarıma ulaşmıştı. O anda Alex'in ima ettiği düşmanı anlamıştım.

Beni kurtlara bırakmıştı.

Evet, bana gücünü kanıtladıktan sonra öldürmeye bile değer görmemişti. Dudaklarımdan ufak bir kahkahanın kaçmasına engel olamadım. Alex böyle biriydi işte, ne yaparsanız mislini size yaşatıyordu. 

Mahzenin etrafında toplanan kurtlar arttıkça kahkaham da artıyordu. Şu an etrafımda bir sürü kurt olduğunu hissediyordum, kokuları kan kokusuyla karışıp burnumu işgal ediyordu. Nihayet mahzenin girişinde gördüğüm bir çift kehribar renkli göz beni kendime getirmişti. Büyük bir sürü olmalıydılar, zira mahzenin girişinde sürekli yeni bir kurt görüyordum. 

Kurtlar mahzenin içine dolduğunda gözüm bir tanesine takılmıştı. Elmas gibi parlayan kürkü ve bal rengi gözleriyle bu oydu. John. Kalbim hızla çarpmaya başladığında en öndeki kurt bana yaklaşmaya başladı. 

Bu kurt, sürünün alfası olmalıydı. Çünkü içerideki en büyük ve en parlak kürke sahip kurt buydu. O, bana yaklaştıkça kalbim hızlanıyordu. Gözlerimi sımsıkı yumup gelecek darbeyi bekledim. Ama geceyi bölüp mahzende yankılanan ses dışında bir şey olmadı. Ses uzaktan geliyordu. Ama kurtlar da benim gibi bu sesi duymuşlardı. Daha çok ulumayla karışık bir ağlama sesi gibiydi. Bu kurtlar arasında tehlike işareti olmalıydı çünkü alfa hızla mahzenden dışarı çıktı ve diğerleri de onu takip etti. Biri hariç.

John.

John yavaşça bana yaklaştığında korkum yerini meraka bırakmıştı. Kurt, burnunu karnıma sürtüp hırlamaya benzer bir ses çıkardığında merakla ona bakıyordum. Aniden benimkilerden kat be kat keskin dişlerini görmemle gözlerimin büyüdüğünü hissettim. 

"Beni hatırladın mı?" diye sorduğumda duraksamasını sağlamıştım. 

John başını karnıma doğru sürttüğünde bana zarar vermeyeceğini anlamıştım. John tekrardan dişlerini gösterip elimdeki zincirleri kırdıktan sonra birkaç adım geri çekildi. Bedenim toprağa değdiği anda yüzüm acıyla buruşmuştu. 

John canımın yandığını anlamış olacak ki üzerine binmem için yere yattı. Kendimi sürükleyerek yumuşak kürkün üzerine oturduğumda güvende hissetmiştim. Düşmanımın sırtında Alex ile beraberken olduğumdan daha güvende olduğum kesindi. 

John, Alex'in haksız olduğunu kanıtlamıştı. Merhamet zayıflık değil, aksine güçtü. "Hayır." diye mırıldandım ve kurdun parlak tüyleri arasında parmaklarımı dolaştırdım. "Kesinlikle aynı değiliz Alex." John hırıltıya benzer bir ses çıkardığında beni onayladığını düşünüp gülümsedim. Mahzenden çıkarken aklımda tek bir düşünce vardı. "Aramızdaki farkı sana göstereceğim Alex Laurent!"

İçgüdüWhere stories live. Discover now