2. BÖLÜM - KADER ÇARKI

58 8 12
                                    



Fukase, hızlıca kulaklarını kapattı; DUYMUYORUM, DUYMUYORUM, DUYMUYORUM! Kendini tekrarladı defalarca. Gözlerinden birkaç damla yaş düştü. Rahatlamış hissetti, sahneye baktı. Solist, seyirciler önünde eğiliyordu teşekkürlerini iletmek istercesine. Ardından mikrofona doğru konuştu, "TEŞEKKÜR EDERİİM!" oldukça tutkuluydu. İnsanlar teşekkürün ardından sustu. Fukase anladı ki, tezahürat kendi için değil, solist içindi. Ne kadar harika bir insan olabileceğini düşündü. Gülümsedi, rahatlamıştı. Eğer gerçekten tezahürat onun için olsaydı ne yapacağını bilemezdi.

İnsanlar dağılmaya başlamıştı, Fukase ise korkuyordu. Kalacak bir yeri yoktu, gidecek yeri de öyle. Peki şimdi ne yapacaktı? Arkasına baktı, herkes toplanıyordu. Buradan gitmeyi hiç istemiyordu. Gidecek yeri olmadığından mıydı yoksa burayı çok sevdiğinden miydi? Bunu bilemiyordu. Ama artık, gecenin etkisinden çıkıp kalacak yer aramaya başlamalıydı. Düşüncelerle tıkalı olan beyni yüzünden minik adımlar atıyordu. Adımlarını hızlandırdı, o sırada yerde buran "Can't sleep, fantasy night" yazılı bileklik dikkatini çekti. Gülümseyerek aldı yerden, bileğine sardı. O, her ne kadar bu gecenin etkisinden kurtulmak istese de, bir şekilde kurtulamıyordu. Tekrardan düşünmeye başladı, ne yapacağını. İlk önce kendine güvenli-ne kadar zor olsa da- bir yer bulmalıydı. Etrafına bakındı, uygun bir şey bulamadı. Ara sokaklara girdi, gezdi bir yer bulamadı. Sol kolundaki saate baktı. Saat gecenin birine geliyordu. Fukase daha çok korkmuştu. Normalde şimdi evinde kitabını okuyor olurdu. Hiç dışarıya çıkmazdı. En son ne zaman dışarıda yürümüştü, onu bile hatırlamıyordu. Bunları düşünüp, korkularını gün yüzüne çıkarmanın vakti değildi. Şimdi kendine uyuyacak yer arama vaktiydi. Fukase, adeta kendiyle savaş içerisindeydi. Her yönden. Yorulmuştu. Biraz dinlenmek istedi, boş bir yere attı bedenini. Evet, artık huylanmaması gerekirdi. Sokaklarda yaşayan biri olmuştu artık. Yarın gidip, kendine iş aramalıydı yoksa dilencilik yapacaktı, düşüncesi bile onu ürkütmeye yetiyordu. Başını kaldırdı yasladığı dizinden, etrafına bakındı. Umudunu kesti ve ayağa kalktı, yürürken etrafına bakıyordu, ve galiba bulmuştu. Hayalindeki yere tıpatıp benziyordu. "Çok şükür" diyerek yere attı kendini. Fazlasıyla yorulmuştu her yönden. Gözlerini kırpıştırıp, yanına koyduğu çantasına başını yaslayarak tüm vücudu yere değecek bir şekilde cenin pozisyonunda uzandı. Uykuya teslim olması uzun sürmemişti.

Tekmelerle uyanırken hava yeni aydınlanmaya başlıyordu. Gözlerini aralayarak karşıya baktı. Elini karnına bastırdı midesi boştu ve tekme fazla acıtmıştı. Pek aldırdığı söylenemezdi, bekliyordu bunları. Uykulu bakışlarını serseriye çevirdi,

"Ne arıyorsun burada hanım evladı?" Söyleme tarzı Fukase'yi fazlasıyla iğrendirmişti, sokak serserisinin tekiydi.

"Hey! Cevap vermeyecek misin? Konuşamıyor musun yoksa? Konuşamayan hanım evlatlarından daha da çok nefret ederim!" Fukase cevap vermemeyi seçti tekrardan ve yanındaki çantasına eli uzandı, çantasını alıp buradan gitmek istiyordu. Düşündüğü gibi olmadı, çantasına uzanan eli sert bir tekme yedi. Yüzünü ekşiterek elini tuttu diğer eliyle. Serseri cıkladı, ve Fukase'nin yüzüne sert bir yumruk geçirdi. Fukase ise acıyla inlemekle kaldı, böyle şeylere alışık değildi. Serserinin elinden kurtulmaya çalıştı, kurtulmaya çalıştıkça darbeler peş peşe geldi. Dayanacak gücü kalmamıştı, kafasını kaldırdı serserinin çetesi –olduğunu düşündüğü serseri tipli kişiler- bulunduğu ortamı doldurmaya başlamışlardı. İşim bitti diye düşündü, işi bitmişti. O'nu buracıkta geberteceklerdi. Anksiyete krizi tuttu, çantasını açıp ilaçlarını almalıydı. Buna ihtiyacı vardı elleriyle kendini korumaya çalıştı. Garip sesler çıkarıyordu Fukase. Serseri bu halinden korktu, arkadaşlarına komut verip gittiler. Fukase yerde kıvrandı 'gittiler' diye rahatlatmaya çalıştı kendini. 'Gittiler, sana zarar veremeyecekler.' Bu sözleri inandırdı kendine, işe yarıyordu bazen yalanlar. Sakinleşmeye başladığında çantasına doğru yöneldi. Çantasının ön bölümünde bulunan ilaçları çıkardı. İçecek su bulmalıydı, yanında yoktu. Normalde temkinli biriydi fakat bunu düşünememişti, kendine söylendi. Su almak için dışarı çıktı, ilaçların olduğu düşüncesi onu yeterince sakinleştirmişti zaten. Elini cebine attı, serseri bütün parasını almıştı ama birkaç bozuk parası hala duruyordu. Buna bile sevindi. Gördüğü markete attı kendini, en azından bugünlük –ya da bu öğünlük- karnını doyurabilecek bir şeyler almalıydı. Dolabın yanında duran ılık sulardan iki şişe aldı. Yiyecek bölümüne doğru ilerledi, karnını doyuracak pratik yiyecekler almalıydı. Normalde yemek seven bir tip değildi ama iki gündür zaten sudan ve ilaçlardan başka bir şey gitmemişti midesine ve fazlasıyla acıkmıştı. Üç paket bisküvi aldı, bir de çikolata. Kasaya doğru giderken meyve suyu ve gazoz almayı da ihmal etmedi. Parası bunlara yeter mi diye düşündü, dışarıda saydığına göre yeterdi de artardı, bunu düşünerek geri kalan parasına da sakız aldı. Sakızları severdi, çiğnemeyi de. Tam on sakız gelmişti artan parasına, buna da sevindi. Aldıklarının parasını ödeyerek çıktı marketten. Bir köşeye çekilerek ilaçlarını içti. Acilen iş bulması lazımdı yoksa geberip gidecekti. Ayağa kalkıp üstünü silkeleyerek kapüşonunu başına geçirdi. Etrafına bakındı, bazen fırsatlar insanın çok yakınında bile olabiliyordu. Fakat bu sefer değildi, etrafta fazla iş yeri bile yoktu. Umudumu kaybetmemeliyim diyerek yürüdü sokaklarda bir yandan da etrafa bakıyordu. Kaç saat yürümüştü, nereye yürümüştü bilmiyordu ama sanırım aradığı gibi bir iş bulmuştu. Pizzacı da çalışacaktı. İçeriye girip, gerekli görüşmeyi yapıp işe alınmıştı. Hastalığını kimseye söylememişti, eğer söyleseydi kesinlikle bu işi alamazdı. Buradaki görevi, bulaşık yıkamaktı. Peki ya, bulaşık yıkarsa? Ya hiç bitmezse bunlar? Ya hiç çekilmezse, ya patron onu kullanıp atacaksa? Emeklerinin karşılığını alamamaktan korkuyordu Fukase. İnsanlara güven olmadığını biliyordu. Bunu da en derinlerinde hissediyordu. Şimdiye kadar karşılaştığı hiçbir insan O'na tamamiyle güven vermemişti. Kesinlikle korkuyordu insanlardan, ve hatta belki de en çok korktuğu şeydi. Çoğuna içinde, 'canavarlar' diyordu. Ya bu yerdekilerde canavarlardan biri çıkarsa? Kafasından düşünceleri atmak istercesine salladı kafasını iki yana. Görüştüğü kişi, işine hemen başlayabileceğini söylemişti. Çanta ve bavulunu güvenebileceği bir yere bıraktı. Görüştüğü kişi O'na kalacak yeri olup olmadığını sordu. Fukase, ise "kalacak bir yerim yok." Diye cevap verdi gülümseyerek. Nazik olması gerekiyordu. "Bildiğim kiralık bir daire var, tek odalı. Ev sahibi tanıdığım, istersen seni onunla tanıştırabilirim." Az önceki düşüncelerini bir kenara bıraktı Fukase. Bütün insanlar aynı değildi kesinlikle. Diğerleri, bu ilahi yücelikteki adamla bir olamazdı. 'İnsan dedikleri bu olsa gerek' diye düşündü Fukase.

"Gerçekten mi? Çok mutlu olurum." Diye cevapladı Fukase, mutluluğu her halinden belliydi.

"Evet, o zaman şöyle yapalım. Sen bugün mesai bitimine kadar çalış. İş çıkışı benimle gel, sana bahsettiğim eve gidelim."

"Memnun olurum."

~~

Hava kararana dek çalışmıştı Fukase. Fazlasıyla yorgundu, ama mutluydu. Bu, sosyalleşip insanlara güvenmenin ilk adımıydı. Patronuyla, bahsettiği eve gitti. Orayı fazlasıyla beğenmişti, küçücük ve temiz bir yerdi. Ayrıca, banyosundan mutfağına her şeyi dört dörtlüktü ve az olan eşyalarla idare edebilirdi. Tanıdık sayesinde biraz daha uyguna tuttu evi. Eve hemen yerleşebileceğini söyledi ev sahibi, demek ki patronu ile daha önce konuşmuştu ve durumu biliyordu. Ev sahibi ve patronu evden gittiler. Fukase, deri koltuğa oturup bir oh çekti. Duş almaya ihtiyacı vardı. Banyoya doğru ilerlerken gözüne duvar saati çarptı. Saat on biri geçiyordu, bir şeylerle meşgulken zamanın nasıl geçtiğini anlayamamıştı. Aklına, dünki muazzam konser geldi. Tekrar gitmek istiyordu, o atmosferi tekrar yaşamak istiyordu. O'nu rahatlatan sözleri tekrardan anlamak, o muhteşem ahenkli melodileri tekrardan duymak istiyordu. Ayakkabılarını giyerek hızlıca dünkü yere gitti. Bu sefer farklıydı, farklı bir şarkı.

"Bu şarkıyı senin için söyleyeceğim,

Kal lütfen, uzun sürmez.

Bizler gittikten yıllar sonra bile

Anlamı sağlam kalacak.

Sessizlik bu şarkının ana temasıdır.

Dünyanın her yeri hissizleşmiş.

Fakat ben bu yerin şarkısını söyleyeceğim

Bir yol bulman dileğimle."

Gidesi zaten yoktu, bu sözleri duyunca tüm ömrü boyunca bile bekleyebilirdi orada. Önlere doğru ilerledi, ilginç şeyler görmeyi umuyordu.

"İnsanların kurtarılmaya ihtiyacı var.

Her gün yardım çağırıyorlar

Fakat bizler yardım çığlıklarına hissizleşerek büyüdük

Ve şimdi hissettiklerimiz bizi yavaş yavaş boğuyor"

~~

"Kalbinin duygusuz insanlara ulaşmasına izin verme

Hey, çocuk sessizliğin sesini dinle.

Başkalarını kurtarmanın anlamı kendini kurtarmaktır.

Bu doğru, senin de bildiğine eminim."

"Yardım çığlığı duyduğun zaman

Ona cevap ver, bu senin için iyi bir deneyim olur.

Bu hayatına yol gösterebilir.

Hiç bilmediğin bir anlamı da olabilir."

~

"Kendine değer ve yalnız kalma."

"Yaptığım şey sana garip gelebilir,

Şarkıyı bu şekilde paylaşmak

Fakat ne yapmam gerektiğini biliyorum

'Sana anlamını hissettirmek

Bütün bu olanları hayatın içinde yorgun düşen birinden öğrendim."

~~

Arkada oynatılan videoya takılı kaldı. O kadar anlamlıydı ki renkli bir silüet vardı ki, bu bahsettiği hayatın içinde yorgun düşen biri olsa gerekti. Herkesin yardımına koşuyor, renklerini etrafa yayıyordu. O'na dokunan herkes ise renklerinden faydalanıp, O'nun gibi biri olmaya odaklanıyordu. Videonun sonunda ise o bahsedilen adam, renksiz dünyaya tüm renklerini yayarak ortadan kayboldu.

s~

DÜNYANIN SONUWhere stories live. Discover now