Mike sırıttı ancak James onu görmezden geldi. "Aksine Beren, Elizabeth son görevde çok iyi bir performans sergilediğinden bahsetti. Anladığım kadarıyla iyi bir uyum yakalamışsınız."

Kaşlarım havaya kalktı. Bunu beklemiyordum.

"Tünellerde 500 metrede bir güvenlik kontrolü var. Onlardan biri gibi davranıp tüm kontrolleri geçmelisiniz. Tünellerdeki kontroller ana binaya oranla daha hafif. Size zaman kazandırır."

Derin bir nefes aldım. James konuşmasını sürdürdü. "Rehine dördüncü katta. Tamamen kurşun kaplı duvarlarla korunan bir odada tutuluyor. Rehineyi serbest bıraktığınız anda görev bitiyor."

"Yani onu binadan çıkarmamıza gerek yok mu?" diye sordum. "Hayır" dedi James. "O kısımdan sonrasını Birlik halledecek."

"İlginç" diye mırıldandım. Muhtemelen bu kısımda James'in parmağı vardı. Görev şu haliyle belki biraz basit görünüyordu.

*

Jenny'nin hazırladığı görev kıyafetlerini giydikten sonra aynadaki görüntüme baktım. Üzerimde koyu lacivert bir kargo pantolon ve bol cepli bir ceket vardı. Başıma ortasında örgütün simgesi olan spor bir şapka takmıştım. Görünüşe göre şapka bu örgütün üyesi olduğumuzu göstermek için en önemli detaydı. Sarıya kaçan saçlarım dikkat çekmesin diye şapkanın içinde topuz yaptım. Yüzümde makyaj yoktu. Bağcıklı botları da giyip koridora çıktığımda benimle aynı kılıkta olan Elizabeth'i gördüm. Eh tabi benden bir 15-20 santim uzun oluşu dışında oldukça uyumluyduk.

"Hazır görünüyorsun" dedi beni kısaca süzerek. "Hazırım." diye onayladım onu. "Başka kim bizimle gelecek?"

"Sadece James" diye yanıtladı.

Vakit kaybetmeden hangara ulaştık. James uçağı çoktan kalkışa hazır hale getirmiş, bizi bekliyordu. Elizabeth'in kokpite James'in yanına geçmesini beklerken, o beni şaşırtarak arka koltuğa geçti ve kulaklığını taktı. Bir an ne yaptığına bakakalsam da, şaşkınlığımı üzerimden atıp, James'in yanına yerleştim. Elizabeth'in onu ilk tanıdığım haliyle ilgisi yoktu. Yani, dışarıdan bakıldığında yine aynı Elizabeth'ti. Soğuk ve burnu havada görüntüsü sabitti. Ancak bana karşı tavırlarında bir değişiklik seziyordum. Sanki artık bana saygısı varmış gibi davranıyordu. Beni kabullenmiş gibi. James kalkışa geçmeden önce bakışlarını bana çevirdi. Önündeki dijital ekrana dokunarak birkaç ayarlama yaptı. Son olarak kulaklıkların ses dengesini ayarlarken Elizabeth'in kulaklığını kıstı. Elizabeth arka koltuktan James'in yaptıklarını takip etse de, sanki bize özel bir an tanımak ister gibi kafasını ters yöne çevirdi. Dikkatimi Elizabeth'den çeken, James'in elime dokunan elleriydi.

"Hazır mısın?" dedi.

Elizabeth'in bizi duymadığından emin olsam da cevap vermeden önce hafif bir tereddüt yaşadım. Ardından "Sanırım." diye cevap verdim. James başparmağının elimin üstünde gezdirdikten sonra ciddi bir ifadeyle bakışlarını gözlerime sabitledi. "Unutma, ne olursa olsun ben yanındayım. Çok uzağında olmayacağım, operasyonun her anını izliyor olacağım. Bu görüntüler aynı zamanda merkez tarafından da izleniyor olacağı için sana sesli direktif veremem ancak başarabileceğini biliyorum."

Kararlı ve inançlı sözleri üzerine hafifçe gülümsedim. Neye ihtiyacım olduğunu nasıl biliyordu bilmiyordum ama bir şekilde doğru kelimeleri söylemeyi başarıyordu. "İnşallah başarırım" dedim derin bir iç çekerek. James'in bu tepkim karşısında dudakları kıvrıldı. Elimi ellerinin arasına aldı, ağzına yaklaştırarak avucumun içine bir öpücük bıraktı. "İnşallah" dedi belli belirsiz bir sesle. Gözlerindeki derinlikte kaybolurken kocaman gülümsedim. Bize özgü bir tabiri, hatta duayı James'in dudaklarından duymak hem farklı hem de tanıdık hissettirdi. Ama tüm gerginliğime rağmen beni güldürmeyi başarmıştı. Zaten onunla beraberken soğuğun yakıcı olması da bu yüzden değil miydi?

Lacivert  - Safir - AmberWhere stories live. Discover now