3# Fotoğraf

4.3K 270 8
                                    

Aysima

Tezgahın üzerindeki dört katlı meyveli pastayı süslemeyi bırakıp önlüğümü çıkardım. Pastayı paketlemeden önce soğuyan kuru pastaları kutulara koyarken duvarda asılı olan saate baktım. Daha zamanım vardı. Amcamın sevdiği çikolatalı kurabiyelerden de bir kutu hazırlarken Elif elindeki tepsiyle beraber yanıma geldi.

Tezgaha kolunu yaslayıp kurabiyelerden bir tane aldı. "Ben çıkıyorum. Ortalığı topladım. Yerleri de sildim. İşim bitti. Benim Merveyi anneannesinden almam lazım. Kadın beni aradığında sesi hiç iyi gelmiyordu. Yine ne yaptıysa benim canavar." Paketli kutuları poşete koymayı bırakıp ona döndüm.

"Merveyi de alıp sende nişana gelsene. Merve içinde değişiklik olur, yazık kız bütün gün evde. Hem yengem seni de davet etti."

"Ne kadar da içtendi davet ederken. Davet etmek için davet etti. Gelme, istemiyorum deseydi daha samimi olurdu."

"Sen yanlış anlamışsındır Elif. Yengem..."

"Kusura bakma ama yengeni hiç sevmiyorum. Hiç samimi gelmiyor bana. Herkese çemkirip duruyor. Amcan ne kadar tatlı, sevecen bir adam. Nereden bulmuş, huysuz yengeni. Vallahi sen bu kadına iyi dayanıyorsun Aysima."

"Öyle deme. Allah razı olsun ondan. Bir başıma kaldığımda, evinin kapılarını açtı bana. Biraz aksi, huysuzdur ama iyi kadındır. Onun hakkını ödeyemem. Hele amcamın hiç."

Ağzındaki lokmayı bitirdikten sonra bir tane daha kurabiye aldı. Bende pastayı paketlemeyi bitirip dikkatli bir şekilde karton poşete koydum.

"Hamarat arkadaşıma bak. Elinin değdiği her şeyi güzelleştiriyor. Hele kurabiyelerin anlatılmaz, yaşanır. Ağzına at ve yaşa."

"Abartma Elif alt tarafı bir kurabiye."

"Neyse ben çıkıyorum. Annem arıyor."

Çantasını koluna takıp yanağıma bir öpücük kondurdu. Aklıma aniden gelen şeyle "İki dakika bekle." Dedim. Tezgahın altındaki dolabı açıp Merve için özel hazırladığım kurabiyelerin bulunduğu kalpli kutuyu aldım.

"Merveye sevdiği kurabiyelerden yaptım. Kutuyu verdikten sonra o bal yanaklardan öp olur mu?"

Elif kutuyu elimden alır almaz bana sıkıca sarılıp yanağıma bir öpücük daha kondurdu.

"Canım arkadaşım. Kalbi güzel arkadaşım. Allah senden razı olsun."

"Amin, cümlemizden. Hadi Allah'a emanet ol."

Elif gittikten sonra tezgahı toplayıp pardösümü giydim. Eve gitmeden önce uğramam gereken bir yer vardı. Bu sabah marketten aldığım erzakla beraber dışarı çıkıp pastahanenin kapısını kilitledim.

Kol saatime baktıktan sonra adımlarımı hızlandırdım. Yengemin kardeşinin nişanı vardı bugün. Nişan pastasını ve yiyecekleri yetiştirmem gerekiyordu. Geç kalmamalıydım eve.

Geleceğim yere varınca bahçenin kapısını yavaşça araladım. Girip girmemek arasında kararsız kalsamda titrek bir nefes alıp ilerledim.

Babamın gözü gibi baktığı bahçesi...

Güzel anılarımla beraber bahçeyi de yabani otlar sarmıştı. Çeşit çeşit çiçeklerle süslenmiş bahçem yoktu. Babamın her gün saatlerce sulayıp onlarla konuştuğu çiçekleri yoktu. Annemin büyüttüğü domatesler de yoktu. Onlarla uğraşacak, bakımını yapacak kimse olmadığı için bu haldeydi bahçe. Kaç kere gelip bahçeyle uğraşmak istedim ama yapamadım. Ayağım hep geri geri gitti. O günden beri buraya ilk defa adım atıyordum. Bahçeyi bu halde görmek, annem ve babam olmadan burada bulunmak, çok rahatsız ediciydi.

Eve doğru ilerlediğimde nefes alışverişlerim sıklaşmıştı. Doğup büyüdüğüm, çocukluğumu geçirdiğim ev. Yıllardır annemin, babamın hoş sohbetiyle dolmuyordu bu ev. Derin bir iç çekip dolan gözlerle çevreyi süzmeyi bıraktım.

Onların yokluğuna bir türlü alışamamıştım. Sevdiklerinin ölümü, alışılabilecek şey miydi? Tam dokuz sene olmuştu o güzel yüzlerini görmeyeli, tatlı seslerini duymayalı. O kadar sene geçse de üzerinden bir yerden çıkıp geleceklermiş gibi hissediyordum.

Onlar olmadan yaşamak çok zordu. Kalbe ağırdı bu özlem. Kalp buruktu, eksikti hep. Her sabah annemin o güzel gülümsemesi yoktu. Babam saçlarımı öperek uyandırmıyordu beni. Tam dokuz senedir güne gözlerimi buruk bir şekilde açıyordum bu yüzden. Onlar yoktu, herşey yarımdı, eksikti. Rabbim beni küçük yaşta onların yokluğuyla sınamıştı. Bana düşen ise bu zorlu imtihan karşısında isyan etmek değildi, sabretmekti.

Biran önce işimi halledip pastahaneye dönmeliydim. Çünkü kendimi hiç iyi hissetmiyordum. Elimdeki poşetleri kapının önüne bırakıp titreyen parmaklarımla zili çaldıktan sonra duvarın arkasına saklandım.

Kısa bir süre sonra kapı açıldı ve oldukça çökmüş, hasta suratıyla Galip amca göründü. Daha bir hafta önce taşınmıştı eve. Mahalleden duyduklarıma göre kimsesizdi ve çok zor geçiniyordu. Dün gece yiyecek bir şey bulmak için çöp kutularını karıştırdığını görmüşler. Duyunca çok üzüldüm.

Yüzündeki gülümsemeyle kapıdaki poşeti alıp kapıyı kapattığında saklandığım yerden çıktım. Biran önce bu bahçeden çıkmak istiyordum. Kapının önünden geçerken yırtık ve eskimiş bir çift ayakkabı gözüme çarptı. İçim sızladı. Yere eğilip ayakkabıyı elime aldım. Ayakkabının arkasını çevirip numarasına baktıktan sonra yere bıraktım ve bahçeden hızla çıktım.

Pastahaneye vardığımda poşetleri elime alıp evin yolunu tuttum. Ev uzak değildi. Hemen iki sokak ötedeydi. Seri adımlarla eve vardığımda amcamların evinin önünün süslendiğini, masa ve sandalyelerin yerleştirilmiş olduğunu gördüm. Ellerim dolu olduğu için dirseğimle zile basıp kapının açılmasını bekledim.

Kapı aralanınca kuaförde yapılmış kıvırcık sarı saçlarıyla yengem belirdi. Çatık kaşlarıyla, hoşnutsuz bir şekilde "Nerede kaldın Aysima? Misafirler geldi, gelecek sen hala ortalarda yoksun." Dedi.

Cevap vermeme fırsat vermeden elimdeki poşetleri alıp içeriye girdi.
O mutfağa doğru giderken ben aceleyle üzerimi değiştirdikten sonra banyoya girip abdest aldım. Namazımı eda edip tesbihatımı bitirince yardım için mutfağa gittim. Herkes bir koşuşturma içerisindeydi.

Yardım edebileceğim bir şey olmadığını öğrenince odama gidip Kur'an-ı Kerim'i elime aldım. Biraz huzur lazımdı. Allah'ı hatırlamak lazımdı. Yoksa bu kalp nasıl mutmain olacaktı. Her bir ayet, her bir kelime ilaçtı kalbe. Şifaydı ruha.

"Ve Allah sabredenleri sever."
(Ali İmran/146)

Kapım tıklanıp aralanınca okuduğum ayeti bitirdikten sonra başımı kaldırdım.

"Aysima abla bir kadın geldi, seni soruyor."

Çocuk konuşmama fırsat vermeden koşarak odadan çıktığında Kur'an-ı Kerim'i yerine koyup eşarbımı düzelttikten sonra odamdan çıktım.  Kadının nerede olduğunu öğrenince terliklerimi ayağıma geçirip nişanın yapılacağı kapı önüne çıktım. Davetliler yavaş yavaş doldurmayı başlamıştı alanı. Çocuklar bir oraya bir buraya koşuşturup duruyordu.

"Buyrun, beni arıyormuşsunuz."

Arkası dönük halde çevreyi süzen kadın seslenmemle beraber bana döndü. Küçümseyen bakışlarıyla beni baştan aşağıya süzdükten sonra yüzüne sahte bir gülümseme takındı.

"Lafı kısa keseceğim. Sevgilimin peşini bırak. Bir daha seni Ali'nin çevresinde görmek istemiyorum."

Kaşlarımı çatıp ne demek istediğini anlamaya çalıştım. Ali?

"Söylediklerinizden hiçbir şey anlamadım. Ali diye birini tanımıyorum bile."

"Demek söylediklerimi anlamamazlıktan geliyorsun."

Sesini yükselttiği için insanların odak noktası biz olmuştuk. Bazıları yanıma gelip neler olduğunu sorarken kadın çantasından bir fotoğraf çıkardı.

"Aliyi tanımıyorsun öyle mi? Bu fotoğrafı nasıl açıklayacaksın o zaman?"

İFTİRAWhere stories live. Discover now