Abim beni kendinden uzaklaştırıp "Yeter bu kadar bence. Borcumu ödediğimi düşünüyorum." dediğinde bile gülümsemiştim. O da böyleydi işte. Elinden geleni yapıyordu. Öncelerle kıyaslarsak bu hali o kadar paha biçilmezdi ki... Her geçen gün daha fazla büyüyordu sevgim ona karşı. Hani o her geçen gün daha fazla körüklüyordu ya duygularını, daha fazla sevmeyi unutuyordu beni, ben de onun için büyütüyordum sevgimi. İkimiz için. Onu yerine de. Kardeş olmayı öğrenmiştik, ben ona sevmeyi de öğretecektim. Sevgiyi de öğretecektim ona...

       Arabadan inince kapüşonumu kafama geçirip ellerimi montumun cebine koydum. Hasta olmak en son isteyeceklerim arasında bile yok. Normal bir insan değildim ben, her şeyimle. Hastalığım bile anormaldi. Normal bir insan ilaç alır iyileşirdi ama ben eczaneyi komple yutsam bile geçmiyordu. Ancak günlerce yatakta yatıp, Meroşumun yaptığı çorbalar, kaynattığı otlar, yaptığı bilmem  ne çayları falan derken içim aktar dükkanına dönünce iyileşiyordum. Ve bunlar bana çin işkencesi gibi geldiğinden kendimi koruyup hasta olmamalıydım. En son hastalandığımda bana içirdiği ot karışımı aklıma gelince adımlarımı hızlandırdım. Hatta koştum spor salonuna doğru. 

Salon sıcak olduğundan rahatlıkla kapüşonu çıkarmıştım kafamdan. Önce üzerimi değiştirmek yerine sahaya girdim. Bizimkiler öyle mal gibi köşede duruyorlardı. Yine çifte kuğularımız sarılmış duruyorlardı. Yalnız kuğu değil kumru idi sanırım. Yoksa kuğu muydu? Kumru olma olasılığı da yüksek ama. Neydi lan bu? Aman her neyse işte.

Gözlerimi kısıp bana arkası dönük olan çiftimize doğru ilerledim sinsi adımlarla. Atıl ve Merih ben onlara yaklaşınca beni görmüşlerdi ama o ikisi hala görmemişti. Atıl bir sinsilik düşündüğümü anlayınca sırıtmaya başlamıştı. Merih'in ise dudağının köşesinde çok küçük bir sırıtış olmuştu.

 Öykü'nün annesi Emir ile çıktığını hala bilmiyordu sanırım. Bunun üzerine eteğimin cebinde olan telefonumu çıkardım. Hala gözlerim kısık bir vaziyette telefonu açıp elimde olan çantayı kenara bıraktım. Telefonun kamera yerine girerek videoyu açtım. Videoyu başlatıp yürümeye devam ettim. Öykü'ye karşı kullanabileceğim bir koz yaratıyordum kendime. Annesine söylemekle tehdit edecektim. Annesi sevgilisi olmasına fazla bir şey demezdi, tabi ilk başta bize yaşatacaklarını saymasak. Öykünün çok sevgilisi olmuştu ve bunları ilk öğrendiği zamanlarda kadının bulunduğu ülkeyi terk etmek isterdiniz. Yaşamış ve görmüş biri olarak nasıl bir duygu olduğunu çok iyi bilirdim onun. Kadın resmen çıktığı kişinin sicilini istiyordu. Bir insan kızının çıktığı kişinin büyük babasının ismini ne yapar Allah aşkına? Ya da çocuğun annesinin en yakın komşusunu? Bu düşüncelerim beni daha faza keyiflendirmişti. 

Öykü ve Emir'in arkadan sarılışlarını iyice çekip önlerine zıpladım bir kereden. Bu hareketim üzerine o ikisinin şaşkınca gözleri açılıp, hala Öykü'nün kolları Emir'in beline sarılıyken bir adım geri çekildiler. Öykü salak gibi hala anlamayıp "Ne yapıyorsun sen kızım?" diye sormuştu. "Sevo teyzeme el salla Öykü!" diye cırlayıp telefonu onlara daha fazla yaklaştırdım. Öykü gözlerini korkuyla pörtletip kollarını hızlıca çekmişti Emir'in belinden. Emir anlamayarak kaşlarını çatıp "Sevo kim? Niye çektin öyle ellerini?" diye sormuştu.

Öykü üzerime doğru gelince bende geriye doğru kaçmıştım. Hala üzerime doğru gelirken ona sorarcasına bakan Emire "Annem!" dedi korku ile. Telefonu Emir'e taraf çevirdim, Öykü hala üzerime doğru gelirken. "Emir sen de el salla kanka, Sevo sultan görsün kızının sevdiceğini." gülerken konuştuğum için Öykü daha fazla sinirlenmişti. "Hadi uğraştırmadan beni, ver o telefonu." diyen Öykü'ye dil çıkarmıştım. Sinirle kaşlarını çatıp "Bak Dolunay sakin ol ve ver o telefonu bana. Hadi. Yapabilirsin." diye cırladı ama ben keyifle omuz silktim. Emir arkadan "Boş ver Öykü'm. Ne olacak ki?" diye sorunca kahkaha atmıştım.  

KARANLIK İKİLEMWhere stories live. Discover now