Bunun onu kırdığının farkındaydım fakat bunu tek başıma halletmeliydim. Percy'nin omzumdaki eli yavaşça kayıp serbest kaldı ve hemen ardından yanımdan hızla uzaklaştı. "Onlara herhangi bir zarar gelmemesi koşuluyla kabul ediyorum." dedim başımla arka tarafı gösterirken. Kabul etmeme gibi bir şansım yoktu zaten. Alex iki seçenek sunuyordu: Ya kabul edersin ya da ölürsün. Olay bu kadar basitti. Ondan daha fazlasını beklemek aptallık olurdu fakat yine de arkadaşlarımın hayatını garantiye almak zorundaydım. 

Alex yüzüne alaycı bir ifade yerleştirip bana birkaç adım yaklaştı. "Bana sadık oldukları sürece, elbette."

Alex tepki vermeme fırsat vermeden ortadan kaybolduğunda diğer tüm vampirler de gitmişti. Etraf bir anda bomboş kalmıştı, duyulan tek ses rüzgarın yerdeki yaprakları savururken çıkardığı sesti. Kulağıma ulaşan ayak seslerinden arkadaşlarımın da gitmeye başladığını anlamıştım. Fakat şu an da onlarla konuşmak ve hatta onları görmek dahi istemiyordum. 

Ashley'in öfkeli sesi kulaklarıma ulaşıyordu. Dediklerini dikkatle dinlemiyordum ancak bana kızdığı kesindi. Onunla hiçbir zaman tam anlamıyla arkadaş olamamıştık, bana soğuk davranıyordu. Sanırım bunun nedeni lider seçildiğim ilk zamanlarda bir arkadaşlarını kurtaramamamdı. Aslında, benden nefret etmekte çok da haksız sayılmazdı.

2010

"Burası kamp yapmak için uygun. " dedi Zac, sırt çantasını çoktan çıkarıp yere koymuştu. Gruptaki herkes onu onaylayınca çadırlarımızı kurmaya başlamıştık. Bahar Şenlikleri için ülkenin dört bir yanından insanlar buraya kamp yapmaya gelmişti. Biz de belki de hayatımızda ilk kez bu kadar insanla beraber bulunuyorduk. 

Bu başlarda beni korkutmuştu, çünkü grupta ben hariç herkes insan kanıyla besleniyordu. Bir katliam yapılması olasıydı. Yine de Percy ve Jane'nin ısrarlarına dayanamayarak şenliğe katılmaya karar vermiştim. İnsanlardan olabildiğince uzak durmaya çalışıyordum çünkü içimde onları öldürmemi söyleyen bir taraf vardı. Bu yüzden Oliver'ın alay konusu bile olmuştum.

Akşam oluncaya kadar kamp alanı çadırlarla dolmuştu. Karanlık çöktüğünde ise insanlar şenlik ateşini oluşturmak için etrafta buldukları ağaç dallarını taşımaya başladılar. Ateş kısa sürede büyümüş, alevler tüm ağaç parçalarını esir almıştı. Etrafta yoğun bir gürültü vardı. Çocuklar neşeyle etrafta koşturup duruyor, birbirlerini korkutmak için tuhaf yüz ifadeleri takınıyorlardı. Gece oldukça eğlenceli geçiyordu, telefonum çaldığında elimdeki bardağı Jane'in eline tutuşturup ormana doğru yürümeye başladım. Bir kütüğe takılıp düştüğümde telefon elimden fırlamıştı. Onu aramaya çalışırken şenlik alanından gelen sesleri duydum. İnsanların çığlıkları. Düzenli bir şekilde tekrar eden bir cümle. Neler döndüğünü anlamam çok uzun sürmemişti. Bu bir büyünün cümlesiydi.

Cadılar.

Sesler ormana doğru yaklaşıyordu. Hızla yakınımdaki ağaca tırmanıp cadıların buradan geçmesini beklemeye başladım. Çok kısa bir zaman sonra az önce takılıp düştüğüm kütüğün yanına geldiler. Yalnız değillerdi, Zac yarı baygın bir şekilde onların arkasından sürükleniyordu. Onu görünce ne yapacağımı bilemedim. Bir şekilde onu kurtarmalıydım fakat cadıların sayıları çok fazlaydı. Onları gözden kaybetmeden saldırı planı yapmaya başladım. Şansıma, yanımda cadıların bana büyü yapmasını engelleyecek tek şey bulunuyordu.

Fesleğen.

Fesleğeni ağzıma atıp ağaçtan atladığım anda tüm dikkatlerini üzerime çekmeyi başarmıştım. Cadılardan birisi büyü yapmaya çalışıyordu fakat işe yaramadığını görünce korku dolu gözlerle Yüce'sine baktı. Bense bir an bile tereddüt etmeden onlara doğru yürüyordum. Durmak gibi bir şansım yoktu. 

Zac ayılmaya başlamıştı fakat hala yeterli gücü yoktu. O sırada kalbime gelen, içi toprakla doldurulmuş tahta ok nefesimi kesmişti. Fesleğen ağzımdan fırladığında gerçekle yüzleştim. Bu sıradan bir toprak değildi, büyülüydü. Öyle ki kanıma karıştığını hissedebiliyordum. Acıyla inleyerek dizlerime kapandım. 

Cadılar bu sırada uzaklaşmaya başlamışlardı fakat oku atan cadı benden birkaç adım uzakta duruyordu. Hala saldırabileceğimi düşünüyor olmalıydı ki yapmam gereken de buydu zaten. Oku kalbimden çıkarırken öleceğimi düşünüyordum. Tanrım, bu gerçekten çok acı veriyordu!

Bu arada cadılar benimle aralarındaki mesafeyi oldukça açmışlardı. Az da olsa Zac'i görebiliyordum, bana baktığını fark edebilmiştim. Dizlerimin üzerine çöküp yere kanla karışık toprak kustuktan sonra ona baktım. Dudaklarını oynatarak "Lütfen." dedi. Nefesim kesiliyordu, toprak tüm vücuduma yayılıyordu. Onun peşinden gidersem öleceğimi biliyordum. Bu yüzden son kez ona baktım ve onun gibi dudaklarımı oynatarak boşluğa doğru "Üzgünüm." diye mırıldandım.

İçgüdüNơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ