Part 1: Evil, Dust and Wine

247 27 66
                                    

"Artık daha büyük işler peşinde olacağız Adreanna."

Hoşunuza giden bir şeyi ilerde hata olarak değerlendireceğinizi bilseydiniz bunu yapmaktan vazgeçer miydiniz? Sakın bu soruya evet, diyerek kendinizi kandırmayın; hatalardan hoşlandığımız gerçeği, gözardı edilemez.

Geldiğimiz yer karanlıktı ve ağır bir toz tabakası ile kaplanmıştı, her an hapşırmaya başlayabilirdim; tozlarla aramın pek iyi olduğu söylenemezdi. Fakat bu, şu an umursayabileceğim şeyler sınıfına cidden girmiyordu çünkü hapşırmaktan çok daha tehlikeli şeyler yapmaya başlıyorduk, bu beni ürkütse bile tenimi titreten tatlı bir heyecan dalgasının oluşmasına engel olmuyordu ve ben, bu histen çok hoşlanıyordum. Yasal olmayan şeylere bir kez bulaştığınız zaman çamurlu paçanızı kolay kolay kurtaramazdınız ve ben bunu gayet açık bir şekilde bilmeme rağmen vazgeçip burayı hemen terk etmek adına bir hamle bile yapmıyordum.

Alfred elimi tuttu.

"Üşümüşsün."

Elimi çekip ceketimin cebine soktum ve ona döndüm, yüzünde kırık bir ifade vardı.

"Pek değil. " Gülümseyip önüme döndüğümde adımlarımız, sonunda bizi bir yere ulaştırmıştı, Alfred kapıyı açtı ve "Önden bayanlar, " diye fısıldayıp geçmem için geriye çekildi, ilerlediğimde büyük bir masa ve çevresindeki adamlar ile karşılaştım.

"Ah Alfred, hala bir centilmensin ha? " dedi saçlarında birkaç tane beyaz tel seçebildiğim adam. En fazla kırk falan olmalıydı ve siyah bir takım elbise, oturduğu sandalyenin üzerinden vücudunu kaplıyordu, itiraf etmem gerekirse daddy issues'um olsaydı üzerine atlamak için bir saniye daha beklemezdim. Alfred'e döndüğümde dudakları minik bir tebessüm ile bükülmüştü.

"Centilmenlik kanımda var. "

Haklıydı, Alfred yakışıklı, centilmen ve çekici biriydi. Her kız onunla olmaktan gurur duyardı fakat tüm bu özelliklerinin aksine Alfred kötü işlerle uğraşıyordu. Aslında bundan gerçekten hoşlandığı falan yoktu ama ölmek üzere olan bir annesi ve okul masraflarını karşılaması gereken bir kız kardeşi vardı, babası öleli yıllar olmuştu ve tüm bu işler ona kalmıştı işte. Onun adına üzülüyordum aslında, burada olmayı ve böyle işler yapmayı haketmiyordu.

"Burada olman beni gururlandırıyor genç adam, bize katılmana sevindim." derken adam masanın üzerindeki şarabından bir yudum aldı ve kadehi geri bırakırken gözlerini bana dikti, yutkundum ve gözlerimi yere dikip siyah botlarımın ucuyla yerdeki kağıt parçalarını ezdim, bakışlarını hala yüzümde hissedebiliyordum.

"Teşekkürler Bay Douglas. Bizi kabul ettiğiniz için minnettarım. "

Başımı kaldırıp Alfred'e baktım, sanırım gerçekten büyük işlere bulaşıyorduk; bunu gözlerindeki keskin ifadeden anlayabiliyordum. Cesaretimi toplayıp masanın başında oturan ve artık çetenin başı olduğuna emin olduğum adama tekrar baktığımda parlak mavi gözleri beni buldu ve koyu renk saçlarının uzun tutamlarını geriye attı.

"Daha önce bize katılmayı defalarca reddetmene rağmen birden bire kabul etmeni bu genç bayana bağlıyorum, Alfred. " dediği sırada kafasını minik bir tebessümle bana doğru eğmişti bile.

"Yanılmış olmazsınız efendim." Duyduğum cevap yanaklarımı kızartmak üzereyken esmer tenime şükrettim ve gözlerimi Alfred'e çevirdim, inatla bana bakmadığının farkındaydım, bana bundan hiç bahsetmemişti. Tek söylediği şey bundan sonra daha büyük işler yapacağımızdı.

Ortamdaki sessizlik beni rahatsız etmeye başlayınca Douglas'ın yanındaki adamlara göz gezdirdim, hemen sağında turuncu kafalı bir adam oturuyordu, solunda bir Asyalı ve arkasında ise yedi tane adam. Hepsinin ortak özelliği, bela kokmaları ve öyle giyinmeleriydi, dikkat eden birisi pantolon kemerlerine sıkıştırılmış olan silahların kabzalarını farkedebilirdi. Takım elbise giyen tek kişinin Douglas olması dikkatimi çekmişti.

Bu adamlarda herşey vardı, uyuşturucu, kumar, hırsızlık, dolandırıcılık... Ve biz de, artık onlardan biriydik.

"Genç bayan," diyen Douglas'ın hoş sesini duyduğumda bakışlarımı ona çevirdim ve söyleyeceklerine kulak kesildim. "Kendini tanıt lütfen."

Ellerimi cebimden çıkardım ve önüme düşen uzun kahve tutamları geriye attım.

"Adım Adreanna Mia Housten." dedim ve ekledim, "İngiltere'den Amerika'ya geleli üç yıl oldu. "

Douglas gülümsedi. "Demek saf bir İngiliz ha?"

"Aslında," dedim tebessüm ederek, "İngiliz ve Fransız."

Aniden "Bu esmer tenini açıklıyor. " dedi Asyalı olan, bakışları titrememe neden olabilecek kadar derindi.

Douglas onaylarcasına başını salladı, "Artık bizden biri olduğunuza göre, neden birer sandalye çekmiyorsunuz?"

Alfred önden ilerledi ve bir sandalye çekti, "Adreanna," dedi. "Otur. "

Çektiği sandalyeye oturdum ve hemen yanıma oturmadan önce ellerini bir saniyeliğine omuzlarıma koydu, yapmak istediği şeyi farkedebiliyordum; bu adamlara karşı sahibimmişcesine bir tavır takınıyordu, amacı zarar görmemi engellemekti.

"Konuklarımıza şarap doldurun."

Arkadaki adamlardan biri gelip boş kadehlerden ikisine, kaliteli olduğu şişesinden bile belli olan şaraptan doldurdu ve önümüze yerleştirdi, çabucak sarhoş olan biriydim ve şu an sarhoş olmaya hiç niyetim yoktu, o yüzden kadehe dokunmadım bile.

"Ben Nicholas. " dedi turunç olan.

Asyalı olansa "Calum. " diye fısıldadı.

Kendimi kıkırdamaktan alıkoyamadım, elimi hızla ağzıma götürüp kendimi durdurduktan sonra sesimi topladım.

"Özür dilerim, sadece... Benim... İngiltere'deyken Calum adında bir köpeğim vardı..."

Alfred, Nicholas, arkadaki belalı tipler ve hatta Douglas bile gülerken başımı kaldırdım ve Calum'ın tehditkar bakışları ile karşılaştım. Kahkaham kesilirken Douglas Calum'ın beline tutundu ve gülmeye devam etti. Calum bunu farketmemiş gibiydi ve hala aynı ifade ile bana bakıyordu. Ben ise, beni o an, oracıkta bakışlarıyla öldürebileceğinden korktum.

*

13 temmuz 16'

22.30

YORUMLARINIZI MERAKLA BEKLİYORUM :)

@itsalldesire 4u bae



My Man And The Devil On His Shoulder Where stories live. Discover now